Mirkat.org

Ölümün Kıyısında Hayat: Ebu’l Atahiye’nin Ölüm Savuşturulamaz Adlı Şiiri ve Türkçe Çevirisi

ِAbbasi döneminin önemli şairlerinden Ebu’l Atâhiye أَبُو العَتَاهِيَة zühd konusunu işlediği şiirleriyle tanınmıştır.

Onun zühdiyyât (الزُّهْدِيَّات) türünde yazdığı şiirlerden biri olan “Ölüm Savuşturulamaz” (الْمَوْتُ لَا يُدْفَعُ) şiirinde, dünyevi lezzetlerin fani oluşu, bu sebeple dünyaya kalbi bağlanmamak gerektiği ve doğru olanın dünyalık beklentileri dizginlemek olduğu sade ve akıcı bir üslupla işlenmiştir. Şair ayrıca dünyada beklenmedik olayların olabileceğine, dostlukların zahiren sürdürüldüğüne ve ölümle birlikte gerçeklerin ortaya çıktığına da değinmiştir.

Önce Şiir

الْمَوْتُ لَا يُدْفَعُ

Ölüm Savuşturulamaz

لَعَمْرِي لَقَدْ نُودِيْتَ لَوْ كُنْتَ تَسْمَعُ

أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْمَوْتَ مَا لَيْسَ يُدْفَعُ

Ömrüme andolsun ki; çağrıldın… Duymaz mısın?

Ölüme karşı konulmazmış, görmez misin?

أَلَمْ تَرَ أَنَّ النَّاسَ فِي غَفَلَاتِهِمْ

أَلَمْ تَرَ أَسْبَابَ الْأُمُورِ تَقَطَّعُ

İnsanların gaflet içinde olduğunu görmez misin?

Dünyevi bağların kopuverdiğini görmez misin?

أَلَمْ تَرَ لَذَّاتِ الْجَدِيدِ إِلَى الْبِلَى

أَلَمْ تَرَ أَسْبَابَ الْحِمَامِ تُشَيَّعُ

Taze lezzetler de mahkumdur çürümeye, görmez misin?

Ölümün sebeplerinin kol gezdiğini görmez misin?

أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْفَقْرَ يُعْقِبُهُ الْغِنَى

أَلَمْ تَرَ أَنَّ الضِّيقَ قَدْ يَتَوَسَّعُ

Her yokluk bir varlığa çıkar

Ve her darlık bir bolluğa, görmez misin?

أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْمَوتَ يُهْتِرُ شَبِيبَةً

وَأَنَّ رِمَاحَ الْمَوْتِ نَحْوَكَ تُشْرَعُ

Ölümün gençliği yiyip tükettiğini

Mızrakları sana doğru çekmiş geldiğini, görmez misin?

أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْمَرْءَ يَشْبَعُ بَطْنُهُ

وَناظِرُهُ فِيمَا تَرَى لَيْسَ يَشْبَعُ

Kişinin karnının doyduğunu

Gözünün hiç doymayacağını görmez misin?

أَيَا بَانِيَ الدُّنْيَا لِغَيْرِكَ تَبْتَنِي

وَيَا جَامِعَ الدُّنْيَا لِغَيْرِكَ تَجْمَعُ

Ey dünyayı inşa eden başkasına yaparsın

Ey dünyayı yığıp duran başkasına yığarsın

أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْمَرْءَ يَحْبِسُ مَالَهُ

وَوَارِثُهُ فِيهِ غَداً يَتَمَتَّعُ

Görmez misin adam saklar durur malını

Halbuki yarın varisi alır ancak tadını

كَأَنَّ الْحُمَاةَ الْمُشْفِقِينَ عَلَيْكَ قَدْ

غَدَوْا بِكَ أَوْ رَاحُوا رَوَاحاً فَأَسرَعُوا

Senin üzerine şefkatle titrer gibi gözükenler

Bir sabah ya da akşam vakti defnin için acele ederler

وَمَا هُوَ إِلَّا النَّعْشُ لَوْ قَدْ دَعَوْا بِهِ

تُقَلُّ فَتُلْقَى فَوْقَهُ ثُمَّ تُرْفَعُ

Öyle ki seni taşımak için tabutunu çağırırlarsa

Tabuta atılır, omuzlarına çıkarsın o anda

وَمَا هُوَ إِلَّا حَادِثٌ بَعْدَ حَادِثٍ

فَمِنْ أَيِّ أَنْوَاعِ الْحَوَادِثِ تَجْزَعُ

Bu, belalar silsilesinden sadece biridir

O halde seni ürküten ne tür musibetlerdir?

أَلَا وَإِذَا وُدِّعْتَ تَوْدِيعَ هَالِكٍ

فَآخِرُ يَوْمٍ مِنْكَ يَوْمُ تُوَدَّعُ

Bir ölüye veda edilir gibi uğurlandığında

Son günündür ömründe işte o veda

أََلَا وَكَمَا شَيَّعْتَ يَوْماً جَنَازَةً

فَأَنْتَ كَمَا شَيَّعْتَهُمْ سَتُشَيَّعُ

Hatırla! Bir zamanlar uğurlamıştın bir cenazeyi

Uğurlayacaklar seni de tıpkı onun gibi

رَأَيْتُكَ فِي الدُّنْيَا عَلَى ثِقَةٍ بِهَا

وَإِنَّكَ فِي الدُّنْيَا لَأَنْتَ المُرَوَّعُ

Seni dünyaya güven içinde görüyorum

Oysa dünyada asıl ürkmüş olan sensin

وَلَمْ تُعْنَ بِالْأَمْرِ الَّذِي هُوَ وَاقِعٌ

وَكُلُّ امْرِئٍ يُعْنَى بِمَا يَتَوَقَّعُ

Aldırmadın hiç sen gelecek olana

Çünkü insan beklentileri önemser yalnızca

وَإِنَّكَ لَلْمَنْقُوضُ فِي كُلِّ حَالَةٍ

وَإِنَّ بَنِي الدُّنْيْا عَلَى النَّقْضِ يُطْبَعُوا

Senin bir sonun var her halükarda

Bu mühürlenmiştir her ademin yazgısına

إِذَا لَمْ يَضِقْ قَوْلٌ عَلَيْكَ فَقُلْ بِهِ

وَإِنْ ضَاقَ عَنْكَ الْقَوْلُ فَالصَّمْتُ أَوْسَعُ

Söyle sözünü söz dara düşürmüyorsa

Söz seni düşürürse dara, süküt daha evla

فَلَا تَحْتَقِرْ شَيْئاً تَصَاغَرْتَ قَدْرَهُ

فَإِنَّ حَقِيراً قَدْ يَضُرُّ وَيَنْفَعُ

Sana basit gelen şeye bile hor bakma

Belki zararı dokunur yahut da verir fayda

تَقَلَّبْتَ فِي الدُّنْيَا تَقَلُّبَ أَهْلِهَا

وَذُو الْمَالِ فِيهَا حَيْثُمَا مَالَ يُتْبَعُ

İnsanlar neye döndüyse sen de ona döndün durdun dünyada

Çünkü mal sahiplerinin meyli tutulur bu cihanda

وَمَا زِلْتُ أُرْمَى كُلَّ يَوْمٍ بِعِبْرَةٍ

تَكَادُ لَهَا صُمُّ الْجِبَالِ تَصَدَّعُ

Her gün başıma durmaksızın ibretler yağar

Yüce dağa gelse belki de dağ çatlar

فَمَا بَالُ عَيْنِي لاَ تَجُودُ بِمَائِهَا

وَمَا بَالُ قَلْبِي لاَ يَرِقُّ وَيَخْشَعُ

Gözlerimin nesi var, gözyaşlarını esirgiyor

Gönlüme ne oldu ki, sızlayıp korkmuyor

تَبَارَكَ مَنْ لاَ يَمْلِكُ الْمُلْكَ غَيْرُهُ

مَتَى تَنْقَضِي حَاجَاتُ مَنْ لَيْسَ يَقْنَعُ

Ne yücedir ol mülkün yegane sahibi

Ne zaman son bulacak yetinmeyen kişinin istekleri

وَأَيُّ امْرِئٍ فِي غَايَةٍ لَيْسَ نَفْسُهُ

إِلَى غَايَةٍ أُخْرَى سِوَاهَا تَطَلَّعُ

Gönlünde yalnız bir istek bulunup da

Nefsi başka isteğe yönelmeyen var mıdır ki?

وَبَعْضُ بَنِي الدُّنْيَا لِبَعْضٍ ذَرِيعَةٌ

وَكُلٌّ بِكُلٍّ قَلَّ مَا يَتَمَتَّعُ

Kimi insanoğlu vesiledir yekdiğerine

Ne de az faydaları dokunur insanların birbirlerine

يُحِبُّ السَعِيدُ الْعَدْلَ عِنْدَ احْتِجَاجِهِ

وَيَبْغِي الشَّقِيُّ الْبَغْيَ وَالْبَغْيُ يَصْرَعُ

Bahtiyar olan delil sunarken adaleti sever

Bedbaht olan zulüm arzular; zulümse yere serer

وَلَمْ أَرَ مِثْلَ الْحَقِّ أَقْوَى لِحُجَّةٍ

يَدُ الْحَقِّ بَيْنَ الْعِلْمِ وَالْجَهْلِ تَقْرَعُ

Görmedim hak gibi güçlü bir burhan

İlim ve cehalet arasında kılıcıyla çarpışan

وَذُو الْفَضْلِ لاَ يَهْتَزُّ إِنْ هَزَّهُ الْغِنَى

لِفَخْرِ وَلاَ إِنْ عَضَّهُ الدَّهْرُ يَفْزَعُ

Zenginlik sarssa da, yıkılmaz erdemli kişi

Boyun eğmez zaman geçirse de dişi

Şiir Notları

1) Ebu’l Atâhiye Kimdir?

Abbasi döneminin önemli şairlerinden olan, yazdığı zühd şiirleriyle kendisinden sonra gelen şairleri etkileyen ve zühdiyyât türünün “müessisi” sayılan [1] şair Ebû İshâk İsmâîl b. el-Kâsım, 130/748 tarihinde Kûfe’de doğdu. “Çılgın” anlamına gelen Ebu’l Atâhiye lakabını neden aldığı hakkında net bilgi olmamakla birlikte hayatı boyunca birbirinden tamamen kopuk, tutarsız, tezatlıklar barındıran bir yaşantısı olduğu muhtemeldir. Hayatının ilk döneminde içki, eğlence ortamlarından bahseden şiirler yazmış ve Bağdat’ta Muhammed el-Mehdî’nin sarayında yer edinmiştir. Sarayda Utbe adında bir cariyeye gönlünü kaptırıp uğrunda şiirler yazmış, Halife Mehdi tarafından hapse atılmıştır. [2]

Şairin hayatını daha iyi anlayabilmek için yazdığı şiirlere bakmamız yeterlidir. Hayatının ilk döneminde dünyevi lezzetlerden bahseden şiirlerinin yerini ikinci dönemde zühd, takva, ölüm vb. konular almıştır. Şiirlerine ayrı ayrı bakıldığında kah içki meydanlarında sefasına düşkün bir şair kah ölümden takvadan, fani lezzetlerin zevalinden bahseden bir derviş karşımıza çıkmaktadır. Şiirlerinde sade ve basit bir dil kullanan şair 211 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. [3]

2) Şair Bize Ne Anlatıyor?

“Ömrüme andolsun ki; çağrıldın… Duymaz mısın?  / Ölüme karşı konulmazmış, görmez misin?”

Arap şiirinde kutsal ve değeri yüksek şeylere yemin ederek anlatıma başlamak şairlerin çokça tercih ettiği bir kullanımdır. Şair de ömrüne yemin ederek ölümün kendilerine bildirildiğini, bunun farkına varılması gereken önemli bir hakikat olduğunu dile getiriyor. Arapçada tekid; manayı kuvvetlendirmek, tahkim etmek ve muhatapların zihnini  gelecek olan mühim mevzuya hazırlamak için kullanılır. 

“İnsanların gaflet içinde olduğunu görmez misin? / Dünyevi bağların kopuverdiğini görmez misin?”

Gaflet hali kişinin etrafında olup biteni, çevresindekileri idrak edememe, onlara karşı bir tepki verememe, kavrayamama halini ifade eder. Tasavvufta ise bu kavram “Kişinin kalbinin Allah’tan gafil olması’’ manalarını ifade eder.

Çeviri Notları

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Şiir için:

Ebû İshâk, İ. (1986). Divanu Ebi’l-ʿAtâhiye. Beyrut: Daru Beyrut, 249-251.

[1] Demirayak, K. (1998). Abbâsî Edebiyatı Tarihi. Erzurum: Bakanlar Matbaacılık, 103-104.

[2] Ayyıldız, E. (1994). Ebü’l-Atâhiye. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10,294-295. 

[3] İskenderî, A., Emîn, A., Cârim, A., Bişrî, A., Dayf, A. (2005). el-Mufassal fi Târih’il-edeb’il-Arabî (1. cilt). Kahire: Mektebetü’l-âdab, 183-184.

Kapak Görseli:

Sir Peter Markham Scott / Ducks Returning to the Decoy at Daybreak (1947)

Exit mobile version