Mirkat.org

Dikenlerin Cenneti: Taha Hüseyin’den Alıntılar ve Türkçe Çevirileri

Modern Arap edebiyatı söz konusu olunca Tâhâ Hüseyin’i (طَهَ حُسَيْن) anmamak olmaz. Zira o; fikirleri, eserleri, karakteri ve mücadelesi ile zihinlere kazınmıştır. Toplumda ve dini yaşantıda yanlış yahut çelişkili gördüğü halleri izhar etmekten çekinmemiştir. Bunu zaman zaman doğrudan ifade ederken zaman zaman da –جَنَّةُ الشَّوْك (Dikenlerin Cenneti) adlı eserinden sizler için derlediğimiz pasajlarda olduğu gibi- nüktedan, sade, ince manalar barındıran bir dil vasıtasıyla yapmıştır. Bu eser, Tâhâ Hüseyin’in nükte üslubunu bir kitap hacminde Arap edebiyatına taşıdığı ilk kitap olarak kaydedilmiştir. Ancak şunu da eklemek gerekir ki -mukaddimede kendisinin de beyan ettiği üzere- kitapta kullandığı bu nüktedan dilde ağır, kırıcı ve sert bir yergi yoktur. Yalnızca kendine ve insanlara tuttuğu bir aynadan ibarettir. O halde buyrun aynaya birlikte bakalım, ne yansıyor görelim.

Önce Yazı

نُصْحٌ

Nasihat

 .قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخِ: بَيِّنْ لِي بَعْضَ مَا يَتَعَرَّضُ لَهُ الشَّبَابُ مِنْ مُوبِقَاتِ النَّفْسِ

 قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: إِيَّاكَ وَالْيَأْسَ مِنْ نَفْسِكَ فَإِنَّهُ يُسْقِطُ الْهِمَّةَ، وَإِيَّاكَ وَالْيَأْسَ مِنْ وَطَنِكَ فَإِنَّهُ يُهْدِرُ الْكَرَامَةَ، وَإِيَّاكَ وَالْيَأْسَ مِنْ رَوْحِ اللهِ فَإِنَّهُ لَا يَيْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ 

 .قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخ: زِدْنِي

 قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: إِيَّاكَ وَالرِّضَا عَنْ نَفْسِكَ فَإِنَّهُ يَضْطَرُّكَ إِلَى الْخُمُولِ، وَإِيَّاكَ وَالْعُجْبَ فَإِنَّهُ يُوَرِّطُكَ فِي الْحُمْقِ، وَإِيَّاكَ وَالْغُرُورَ فَإِنَّهُ يُظْهِرُ لِلنَّاسِ كُلِّهِمْ نَقَائِصَكَ كُلَّهَا وَلَا يُخْفِيهَا إِلَّا عَلَيْكَ. وَاذْكُرْ دَائِمًا قَوْلَ المُتَنَبِّي

وَمَنْ جَهِلَتْ نَفْسُهُ قَدْرَهُ

 رَأَى غَيْرُهُ مِنْهُ مَا لَا يَرَى

Genç talebe hocasına der: “Gençlerin nefislerini helake sürükleyen halleri bana açıklar mısınız?”

Hocası şöyle karşılık verir: “Sakın ola kendinden umudu kesme, çünkü bu gayreti söndürür. Sakın ola vatanından umut kesme, çünkü şerefi heba eder. Sakın ola Allah’ın rahmetinden ümit kesme. Çünkü ondan ancak kafirler topluluğu ümit keser.”

Talebe hocasına “Biraz daha…” diye ricada bulunur.

Hocası da şunları ekler: “Sakın ola nefsinden razı olma yoksa seni tembelliğe sürükler. Sakın ola kibre kapılma. Çünkü ahmaklığa yol açar. Sakın ola gururlanma. Zira gurur, noksanlarının insanlar tarafından görülmesine sebep olur, sana karşı ise gizler. Her daim Mütenebbî’nin şu sözlerini hatırında tut:

Kim ki bilmez kendi ederini

Başkasına zâhir olur göremediği”

حُرِّيَّةٌ

Hürriyet

 قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخ: أَلَمْ تَرَ إِلَى فُلَانٍ وُلِدَ حُرًّا وَشَبَّ حُرًّا وَشَاخَ حُرًّا، فَلَمَّا دَنَا مِنَ الْهَرَمِ آثَرَ الرِّقَّ فِيمَا بَقِيَ مِنَ الْأَيَّامِ عَلَى الْحُرِّيَّةِ الَّتِي صَحِبَهَا فِي أَكْثَرِ الْعُمْرِ؟

.قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: أَضْعَفَتْهُ السِّنُّ فَلَمْ يَسْتَطِعْ أَنْ يَحْتَمِلَ الشَّيْخُوخَةَ وَالْحُرِّيَّةَ مَعًا، وَأَنْتَ تَعْلَمُ أَنَّ الْحُرِّيَّةَ تُحَمِّلُ الْأَحْرَارَ أَعْبَاءً ثِقَالاً

Genç talebe hocasına sorar: “Bir kimse hür olarak doğup gençliğini hür olarak yaşıyor ve nihayetinde hür olarak da yaşlanıyor. Ancak ne zaman ki elden ayaktan düşüyor, çoğunu böylesine özgür olarak geçirdiği ömrünün bu son demlerinde köleliği tercih edebiliyor. Söyleyin bu durum nasıl olabilir!?”

Hoca ise cevaben şöyle der: “Doğrusu ihtiyarlık onu hayli zayıf düşürdü. Bu sebeple hem yaşlılığı hem de özgürlüğü beraber taşıyamadı. Sen de bilirsin hürriyet özgür kimselere ağır sorumluluklar yükler.”

وَعْظٌ

Öğüt

.قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخِ: إِنَّ فُلَانًا لَحَكِيمُ الْقَوْلِ، أَحْمَقُ السِّيرَةِ

قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: لِأَنَّ لِسَانَهُ يَصْدُرُ عَنْ عَقْلِهِ، وَلِأَنَّ سِيرَتَهُ تَصْدُرُ عَنْ قَلْبِهِ، وَلِأَنَّ الْأَسْبَابَ بَيْنَ عَقْلِهِ وَقَلْبِهِ مَقْطُوعَةٌ لَا سَبِيلَ إِلَى أَنْ تَتَّصِلَ 

Genç talebe hocasına der: “Falanca nasıl da hikmetli konuşuyor, ancak bir o kadar da ahmakça davranıyor.”

Buna mukabil hoca şunları söyler: “Çünkü onun konuşması aklından, davranışları ise kalbinden neşet etmekte. Aklı ve kalbi arasındaki yollar birbirinden öylesine ayrı ki hiçbir surette birleşmiyor.” 

كُفْرٌ

Nankörlük

قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخِ: أَيُّ النَّاسِ أَجْدَرُ أَنْ يَكْفُرَ النِّعْمَةَ وَيَجْحَدَ الْمَعْرُوفَ؟

.قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: ذَلِكَ الَّذِي يَجْعَلُ رَأْسَهُ وِعَاءً لِلْعِلْمِ دُونَ أَنْ يَجِدَ نُورُ الْمَعْرِفَةِ إِلَى قَلْبِهِ سَبِيلاً

!قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخ: لَمْ أَفْهَمْ عَنْكَ

قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: إِنَّ مِثْلَ الْعِلْمِ الَّذِي تَعِيهِ الْعُقُولُ وَلَا تَسْتَضِيءُ بِهِ الْقُلُوبُ، كمَثَلِ الْأَسْفَارِ الَّتِي يَحْمِلُهَا الْحِمَارُ. وَاقْرَأْ إِنْ شِئْتَ قَوْلَ اللهِ :عَزَّ وَجَلَّ

«فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ»

Talebe hocasına sorar: “Hangi tür insan nimete karşı nankörlük etmeye ve iyiliği inkar etmeye daha eğilimlidir?”

Hoca ise: “Kafasını ilim için bir hazne kıldığı halde marifet ışığının, kalbine bir yol bulamadığı kimse.” diye yanıtlar.

Bu cevap karşısında talebe: “Söylediğinizden bir şey anlamadım!” der.

Hocası: “Kendisiyle yalnız akılların bilgiyle dolduğu ancak kalbin aydınlanmadığı ilim, eşeklerin taşıdığı ciltler dolusu kitaplara eşdeğerdir. Dilersen Yüce Allah’ın şu sözünü bir oku:

Şu bir gerçek ki gözler körleşmez, fakat göğüslerdeki kalpler körleşir… (Hac sûresi 46. ayet)”

رَأْفَةٌ

Lütuf

.قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخِ: لَوْ قَسَّمَ فُلَانٌ رِيعَ ثَرْوَتِهِ عَلَى أَهْلِ قَرْيَتِهِ لَأَغْنَاهُمْ، وَلَظَلَّ بَعْدَ ذلِكَ أَعْظَمَهُمْ ثَرَاءً 

.قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: هُوَ أَرْأَفُ بِأَهْلِ قَرْيَتِهِ مِنْ ذَلِكَ، فَحَسْبُهُ أَنْ يَحْتَمِلَ وَحْدَهُ ثِقْلَ الثَّرَاءِ

Talebe hocasına der: “Şayet falanca, köy halkına yalnız servetinden elde ettiği kazancı pay etmiş olsa bile onlar zengin olurdu. Bununla birlikte yine de o aralarındaki en zengin olarak kalırdı.”

Hoca talebesinin bu sözüne karşılık şunları söyler: “O kimse bu davranışıyla köy halkına servetini pay etmesinden daha ziyade lütufta bulunmuş olur. Öyle ya zenginliğin ağır yükünü tek başına yüklenmesi ona yeter de artar bile..!”

تَجَنِّي

Haksız Suçlama

 !قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخِ: مَا أَكْثَرَ مَا يَتَجَنَّى فُلَانٌ عَلَى أَصْدِقَائِهِ فَيُؤْذِيهِمْ وَيُؤْذِي نَفْسَهُ

.قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: أَسْرَفُوا فِي الثَّنَاءِ عَلَيْهِ فَظَنَّ أَنَّهُمْ صَادِقُونَ 

:وَاذْكُرْ إِنْ شِئْتَ قَوْلَ شَوْقِي

خَدَعُوهَا بِقَوْلِهِمْ حَسْنَاءُ

وَالْغَوَانِي يَغُرُّهُنَّ الثَّنَاءُ

Talebe hocasına der: “Arkadaşlarını haksız yere itham etmek suretiyle hem onlara hem de kendine zarar veren ne de çok insan var!“

Bunun üzerine hoca şunları söyler: “Onlar falancayı övmekte öylesine aşırı gittiler ki o da onları gerçekten dost sandı. Şimdi istersen Şevkî’nin şu beyitini iyice belle:

Güzelsin diyerek onu kandırdılar / Öyle ya dilberleri aldatmakta övgüler”

زُهْدٌ

Zühd

قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخِ: مَا بَالُ فُلَانٍ يَأْخُذُنَا بِالْقَنَاعَةِ، وَيُجَشِّمُ نَفْسَهُ أَهْوَالَ الْجَشَعِ؟ 

.قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ  لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: يُؤْثِرُكُمْ بِالرَّاحَةِ، وَيَشُقُّ عَلَى نَفْسِهِ بِالْكَدِّ وَالْجُهْدِ

Talebe hocasına der: “Falancaya ne oluyor ki bizi kanaat etmeye zorluyor. Buna karşın kendisi hala tamahkarlığın külfetini çekiyor.”

Hoca der: “O sizin rahatınızı istiyor. Kendisini ise zahmet ve sıkıntı altında eziyor.”

رِسَالَةٌ

Risale

قَالَ الطَّالِبُ الْفَتَى لِأُسْتَاذِهِ الشَّيْخِ: أَلَا تُنْبِئُنِي عَنْ كَلِمَةِ «الرِّسَالَةِ» هَذِهِ الَّتِي يَلُوكُهَا كُلُّ إِنْسَانٍ حِينَ يُرِيدُ أَنْ يُعَبِّرَ عَنْ الْمُهَمَّةِ؛ فَلِلْكَاتِبِ رِسَالَةٌ، وَ لِلشَّاعِرِ رِسَالَةٌ، وَ لِلْعَالِمِ رِسَالَةٌ، وَلِصَاحِبِ السِّيَاسَةِ رِسَالَةٌ أَيْضًا، وَمَا أَعْرِفُ أَنَّ اللُّغَةَ تُؤَدِّي بِكَلِمَةِ «الرِّسَالَةِ» هَذَا الْمَعْنَى الْجَدِيدَ؟ 

قَالَ الْأُسْتَاذُ الشَّيْخُ لِتِلْمِيذِهِ الْفَتَى: هَذِهِ كَلِمَةٌ أَذَاعَهَا فِي لُغَتِنَا الْحَدِيثَةِ مِزَاجٌ مِنَ الْجَهْلِ وَالْغُرُورِ: الْجَهْلُ بِاللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ، وَالْغُرُورُ الَّذِي يُخَيَّلُ إِلَى كُلِّ إِنْسَانٍ أَنَّهُ نَبِيٌّ قَدْ أَرْسَلَهُ اللهُ بِرِسَالَةٍ يُعَلِّمُ بِهَا النَّاسَ شَيْئًا، أَوْ يُحْدِثُ بِهَا فِي النَّاسِ حَدَثًا. وَإِذَا اجْتَمَعَ الْجَهْلُ وَالْغُرُورُ عَلَى أُمَّةٍ، دَفَعَاهَا إِلَى أَكْثَرَ مِنَ الْخَطَأِ اللُّغَوِيِّ وَاسْتِعْمَالِ الْأَلْفَاظِ فِي غَيْرِ مَوَاضِعِهَا

Genç talebe hocasına der: “Misyonunu ifade ederken herkesin diline pelesenk ettiği şu ‘mesaj’ sözcüğü hakkında artık beni bilgilendirmeyecek misiniz? Öyle ki yazarın da bir mesajı var, şairin de, alimin de, politikacının da. Bilmiyorum hakikaten dil ‘mesaj’ kelimesinin bu yeni manalarını karşılıyor mu.” 

Hoca talebesine şöyle karşılık verir: “Esasen cehalet ve kibrin bir araya gelmesi bu kelimeyi modern dilde yaygınlaştırdı. Cehalet, Arap dilini bilmemekten, kibir ise her insanın Allah’ın insanlara öğretmesi için kendisini ‘risalet’ ile göndermiş bir peygamber olduğunu zannetmesinden ileri gelmekte. Yahut da onunla insanlar arasında yeni bir şey ihdas edeceği vehminden. Eğer cehalet ve kibir bir millette birlikte bulunuyorsa, artık o millet çeşitli dil hatalarına sürüklenmekten ve kelimeleri bağlamlarından kopararak kullanmaktan kaçamaz.”

Pasaj Notları

1) Tâhâ Hüseyin kimdir?

1889 senesinde Mısır’da dünyaya gelip 1973’te yine Mısır’da vefat eden Tâhâ Hüseyin; çok yönlü, velûd bir yazardır. Âmâ olması sebebiyle çocukluğunu sokakta oynamak yerine okuma ve sohbet ortamlarında geçirmiştir. Bu hal ona, (kendi hayatını anlattığı el-Eyyâm adlı eserinde yazdığı üzere) “güzel dinlemenin ne olduğunu” öğretmiş ve “anlatılan kıssa ve hikayelerin dinleyiciler üzerinde bıraktığı etkiyi” göstermiştir [1]. El-Ezher’de dini ilimleri tahsil eden Hüseyin, yine bu yıllarda kendisini edebi ve fikri ortamlara takdim etmiş, pek çok yenilikçi isimle tanışmıştır. Ardından 1908 yılında eğitimine Kahire Üniversitesi’nde devam etmiştir. Bu okul, modern Mısır’ın şekillenmesinde önemli bir yere sahip olup pek çok müsteşriğin de eğitim verdiği bir kurumdur. Buradan aldığı burs ile 1914 senesinde Fransa’ya Montpellier Üniversitesi Edebiyat Fakültesine girerek Batı edebiyatını daha yakından tanımıştır [2]. Tâhâ Hüseyin, edebiyat ve edebiyat tenkidi başta olmak üzere deneme, roman, hikaye, mektup, biyografi, İslam tarihi ve düşünce tarihi gibi pek çok alanda kalem oynatmıştır. 

Osmanlı’nın çöküşünü ve sonraki süreci bizzat tecrübe ettiği için din, yenilik, milliyet, batılılaşma gibi konularda düşüncelerini yazmaktan geri durmamıştır. Ancak bu konudaki düşünceleri düz bir çizgide ilerlememiş ve zaman zaman fikir değişikliklerine gitmiştir. Onun bu fikrî hayatı dört safhaya ayrılır: Mısır milliyetçiliği ile yenilikçi İslam taraftarlığı arasında kaldığı dönem, batılılaşma taraftarı olduğu dönem, tedrici olarak İslami değerlere dönüş dönemi ve kesin bir şekilde İslami ve milli değerlere dönüş dönemi [3]. Düşünce dünyasında yaşadığı bu çalkantılar onun diline de tesir etmiştir. Zira Arapça onun için önemli bir yerde durmaktadır. Bu sebeple yer yer arkaik ve ağdalı bir dil kullanmış bazen de sade ve nüktedan bir dile başvurmuştur. 

2) Yazar Bize Ne Anlatıyor?

“Kim ki bilmez kendi ederini / Başkasına zâhir olur göremediği”

Bu dizede Mütenebbi şu hususa vurgu yapmaktadır. Kimileri ayıplarını ve kusurlarını görmeyip aksine hoşuna giden yönlerini görüp kendini buna göre tanımlar. Ancak bu demek değildir ki insanlar onu onu yalnız anlattığı ile tanıyacak. Bilakis insanlar onun gizlemek istediği hallerinden de bîgâne kalmayacaktır.

Çeviri Notları

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Pasajlar için:

Hüseyin, T. (1952). Cennetü’ş-Şevk. Mısır: Dâru’l-me’ârif, 23, 64, 97, 98, 100, 110, 127, 129. 

[1], [2] Fazlıoğlu, Ş. (2010). Tâhâ Hüseyin. TDV İslam Ansiklopedisi. 39, 377-378.

[3] Divlekci, C. (2019). Bir Edip Olarak Tâhâ Hüseyin’in (İ‘câzü’l) Kur’an’a Bakışı. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 35, 184-210.

Kapak Görseli:

Cairo and district, Egypt. (1934)

Exit mobile version