Mirkat.org

Ahmet Behçet’in Hilalin Gözlenmesi Adlı Hikayesinden Pasajlar ve Türkçe Çevirileri

Son dönemin hatırı sayılır yazarlarından olan ve birçok farklı alana da imza atan Ahmet Behçet (أحمد بهجت)’in, Ramazan’a dair insanın yaşadığı hadiseleri ve bu ayda müslümanların uyguladığı yanlış geleneksel adetleri mizahî bir üslupla kaleme aldığı eseri Muzekkirâtu Sâim (مُذَكِّرَاتُ صَائِم)’den seçtiğimiz “Hilalin Gözlenmesi” (رُؤْيَةُ الْهِلاَلِ) adlı hikayeden iki pasaj ile karşınızdayız.

Yazar, seçtiğimiz ilk pasajda Memlûkler dönemine tekabül eden bir Ramazan diliminde hilalin görülmesini mizahî bir üslupla hikayeleştirirken, ikincisinde ise bu ayın daha çok ruhânî boyutunu ve ona kavuşmakla kişiyi saran özlem, sevgi, haşyet gibi farklı duyguların yansımalarını kaleme almıştır. Ramazan’da neler olup bittiğini okumak istiyorsanız buyrun başlayalım…

Önce Yazı

رُؤْيَةُ الْهِلاَلِ

Hilalin Gözlenmesi

I

كَانَ أَحَدُ أَجْدَادِي الَّذِينَ يَعِيشُونَ فِي عَصْرِ الْمَمَاليكِ رَجُلًا قَدْ أَدْرَكَتْهُ حِرْفَةُ الأَدَبِ، وَكَانَ يَكْتُبُ خَواطِرَهُ فِي الحَياةِ بِأُسْلوبِ المَقاماتِ القَديمِ.. وَقَدْ تَرَكَ هَذَا الجَدُّ أَوْرَاقاً مُتَفَرِّقَةً وَقَليلَةً.. مِنْ بَيْنِها وَرَقَةٌ صَفْراءُ تَحْكِي عَنْ رُؤْيَةِ هِلالِ شَهْرِ رَمَضانَ فِي ذَلِكَ الزَّمانِ

:قَالَ جَدّي

فَلَمَّا جَاءَ الْيَوْمُ التّاسِعُ وَالعِشْرُونَ مِنْ شَهْرِ شَعْبانَ، اسْتَعَدَّ المِصْرِيُّونَ فِي ذَلِكَ الزَّمانِ، لِاسْتِقْبَالِ أَفْضَلِ الشُّهُورِ وَهُوَ شَهْرُ رَمَضانَ، فَفِيه عَلَى الأَقَلِّ تُسْجَنُ الشَّياطينُ، وَيَقِلُّ مَا َيلْقوْنَ مِنْ ظُلْمِ المَماليكِ الحاكِمين، وَفِي وَقْتِ الْأَصيلِ، بَعْدَ صَلاةِ العَصْرِ بِقَلِيلٍ، خَرَجَ مَوْكِبُ الرُّؤْيَةِ كَالْمُعْتَادِ، وَخَرَجَ لِرُؤْيَتِهِ كُلُّ الرِّجالِ والنِّساءِ والْأَوْلادِ. وَكَانَ يَتَقَدَّمُ المَوْكِبَ فِي طَريقِهِ إِلَى جَبَلِ المُقَطَّمِ، شَيْخٌ مُهَدَّمٌ مُحَطَّمٌ، يُؤْمِنُ الجَميعُ بِأَنَّهُ شَيْخٌ مُطَمْطَمٌ، وَكَيْفَ لَا وَهُوَ المَصْدَرُ المَسْؤولُ عَنْ رُؤْيَةِ الهِلالِ، وَهِيَ وَظيفَةٌ شَريفَةٌ لَطيفَةٌ وَعالٍ، يَتَوارَثُها شُيوخُ أُسْرَتِهِ مِنْ أَجْيالٍ وَأَجْيالٍ 

والْعَجَبُ العُجابُ، أَنَّ هَذَا الشَّيْخَ الْمُهابَ، كَانَ لَا يُبْصِرُ مَا تَحْتَ قَدَمَيْهِ، بِسَبَبِ رَمَدٍ مُزْمِنٍ أَصَابَ عَيْنَيهِ، وَاسْتَفْحَلَ نَتيجَةً لِجَهْلِ وَالِدَيْهِ، لَكِنَّهُ رَغْمَ ذَلِكَ العَمَى الأَكيدِ، كَانَ قَديرًا عَلَى رُؤْيَةِ الهِلالِ مِنْ بَعيدٍ، وَطَالَمَا انْفَرَدَ بِرُؤْيَتِهِ، مِنْ دُونِ كُلِّ أَفْرادِ فِرْقَتِهِ، فَلَمْ يَسَعِ الحُكّامَ إِلَّا الأَخْذَ  بشَهادَتِهِ، وَإِعْلانِ بدْءِ شَهْرِ الصّيامِ، بِدُونِ سَلامٍ وَلَا كَلامٍ

وَيَزُولُ العَجَبُ، إِذَا عُرِفَ السَّبَبُ، فَقَدْ كَانَ الشَّيْخُ يَسْتَعيضُ عَنْ نَظَرِهِ الضَّعيفِ المُضَعْضَعِ، بِعَيْنَيْ مُساعِدٍ شابٍّ لَهُ يَتْبَعُ وَيَخْضَعُ، فَإِذَا رَأَى الشّابُّ الهِلالَ، عَرَفَ هوَ مِنْهُ ذَلِكَ فِي الْحَالِ، ثُمَّ ادَّعَى مِنْهُ لِلَّهِ، أَنَّهُ هوَ الَّذِي رَآهُ، وَصَدَّقَ الكُلُّ دَعْوَاهُ

وَيَشاءُ السَّميعُ العَليمُ، أَنْ يَتَغَيَّبَ الشّابُّ عَنْ المَوْكِبِ فِي ذَلِكَ اليَوْمِ العَظيمِ، وَكَانَتْ لِذَلِكَ حِكايَةٌ وَلَا كُلُّ الحِكاياتِ، لَيْسَ كَمِثْلِها فِي الْماضياتِ، وَلَا يُظَنُّ تَكْرارُها فِي الْآتِيَاتِ، فَقَدْ حَدَثَ قَبْلَ ذَلِكَ بِأَيّامٍ مَعْدوداتٍ، أَنْ كَانَ الشّابُّ يَسيرُ فِي إِحْدَى الْحَارَاتِ، فَوَقَعَتْ عَيْنُهُ عَلَى إِحْدَى الفَتَياتِ البَلَدِيَّاتِ، ذَواتِ الْمِلَايَاتِ، وَلَمْ تَكُنْ مِنْ السَمْرَاوَاتِ الكَثيراتِ، المُمْتَلِئَةِ بِهِنَّ الطُّرُقاتِ، بَلْ كَانَتْ بَيْضاءَ كَالْفِضّيَّةِ الْنَّقِيَّةِ، أَوْ طَبَقِ المُهَلَّبِيَّةِ، وَبَدَا لَهُ وَجْهُهَا تَحْتَ مِلَايَتِهَا السَّوْداءِ، كَأَنَّهُ البَدْرُ فِي اللَّيْلَةِ الظَّلْمَاءِ. وَمَا كَادَتْ تُبَادِلُهُ النَّظَرَاتِ، وَتَرُدُّ عَلَى دَهْشَتِهِ بِالابْتِساماتِ، حَتَّى شَعَرَ بِقَلْبِهِ يُحَاوِلُ الهُبوطَ إِلَى رِجْلَيه، وَبِعَقْلِهِ يَطِيرُ فِي الهَوَاءِ مُرَفْرِفاً بِجَنَاحَيْهِ، فَلَا عَجَبَ إِنْ كَانَ يَقَعُ مِنْ طولِهِ، لِفَرْطِ انْجِذابِهِ وَذُهولِهِ. وَهَلْ هوَ إِلَّا مِصْريٌّ كَكُلِّ المِصْرِيِّينَ، إِذْ يَقِفُونَ أَمَامَ النِّساءِ الْبِيضِ خاشِعينَ مَبْهورينَ، فَاللَّوْنُ الأَبْيَضُ عِنْدَهُمْ هوَ لَوْنُ الغُزاةِ الفاتِحينَ الحاكِمينَ، وَإِنْ يَظْفَر أَحَدُهُمْ بِامْرَأَةٍ بَيْضاءَ فَذَلِكَ هوَ الفَوْزُ المُبينُ، وَبُلوغُ القَصْدِ وَالمُرَادِ مِنْ رَبِّ العالَمينَ 

وَمِن تَبادُلِ النَّظَرِ وَالابْتِسامِ، إِلَى تَبادُلِ التَّحِيَّةِ والسَّلامِ والكَلامِ، إِلَى التَّواعُدِ عَلَى اللِّقاءِ بَعْدَ أَيّامٍ، وَقَعَ الاثْنَانِ فِي حُبٍّ نِصْفُهُ وَجْدٌ وَنِصْفُهُ هِيامٌ

وَلِسُوءِ حَظِّ المِصْرِيِّينَ التُّعَساءِ، كَانَ التّاسِعَ وَالعِشْرِينَ مِنْ شَعْبانَ هوَ اليَوْمُ المُحَدَّدُ لِلِّقاءِ، فَتَغَيَّبَ الشّابُّ عَنْ مَوْكِبِ الرُّؤْيَةِ فِي ذَلِكَ الْعَامِ، وَلَمْ يَجِدِ الشَّيْخُ بُدّاً مِنْ الاعْتِرافِ بِأَنَّهُ عَجِزَ عَنْ رُؤْيَةِ الهِلالِ، فَتَأَخَّرَ الصّيامُ يَوْمًا بِلَا نِقاشٍ وَلَا جِدالٍ. وَقَالَ المَماليكُ لِلْمَمْلُوكِين. أَنْتُمُ الكَسْبانونَ، وَقَالَ المَحْكُومُونَ الْبائِسونَ: بَلْ نَحْنُ مَنْحوسونَ، أَمَّا الفَتَى العاشِقُ المَجْنونُ، وَأَمَّا الفَتاةُ وَاسْمُهَا يَبْدَأُ بِحَرْفِ النُّونِ، فَكَانَا فِي شُغْلٍ عَمَّا كَانَ وَيَكُونُ، بِالْجُلُوسِ بَيْنَ يَدَيّ الحُبِّ المَكْنونِ، فِي انْتِظارِ الجُلوسِ بَيْنَ يَديّ المَأْذونِ.. وَلِلَّهِ فِي خَلْقِهِ شُؤونٌ

……………..

……………..

……………..

..انْتَهَيْتُ مِنْ قِرَاءَةِ الوَرَقَةِ القَدِيمَةِ وَابْتَسَمْتُ

Memlûkler zamanında yaşayan dedelerimden biri, edebiyatta meşhur bir şahsiyetmiş ve hatıralarını eski makâmât üslubu ile kaleme alırmış. İşte bu dedem, ardında muhtelif birkaç kağıt parçası bırakmış. Bunlar arasında sarıya çalan bir kağıt da varmış ki o dönemin Ramazanın’da hilali gözleme konulu bir hikayeyi naklediyormuş.

Şöyle yazmış dedem;

Mısırlılar, Şaban’ın yirmi dokuzuncu günü geldiğinde, 11 ayın sultanı Ramazan ayını karşılamak için hazırlık yaparlardı. Hiç değilse bu ayda, şeytanlar bağlanır ve Memlûk hükümdarlarının zulümleri hafiflerdi. O gün, adet olunduğu üzere, erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşan bir kafile, ikindi namazından hemen sonraki vakitte akşama doğru hilali gözetlemek için yola koyuldular. Kafile, Mukaddam Dağı’na doğru bir şeyhin izinde yol almaktaydı. Herkes onu müttaki bir hoca olarak görüyordu. Halbuki o sadece elden ayaktan düşmüş sıradan bir şeyhti. Bir de hilali görmek gibi şerefli bir vazifeye varisken nasıl müttaki görülmesin ki!

Ne acayip! Bu itibarlı şeyh, geçirdiği kronik bir göz iltihabı sebebiyle önünü dahi göremeyecek haldeydi. Bir de hastalığına ailesinin ihmalkarlığı  eklenince, durumu iyice ağırlaşmıştı. Şu işe de bakın, bu şeyh körlüğüne rağmen, uzak mesafeden hilali görebiliyordu. Tabii, hilali yalnız şeyhin gördüğü durumlarda ise, kadı hazretlerinin, onun görüşüne dayanarak sorgulamaksızın orucun başladığını ilan etmekten başka çaresi kalmıyordu.

“Bilindiği takdirde neden, hayrettir giden…” derler. Gerçek şu ki şeyh, zayıf bakışlarını kendisine tabi olan bir delikanlınınkiyle telafi etmişti. Delikanlı hilali gördüğü anda şeyh, -Allah ıslah etsin- kendisinin gördüğünü iddia ederdi. Herkes de ona inanırdı.

Hilali gözlemeye gidilen günde Allah delikanlının o kafile arasında olmamasını dilemişti. Zira, genç adamın hikayesi sıradan hikayelerden çok farklıydı, onun bir benzerine ne geçmişte rastlanmıştı ne de gelecekte bir tekrarı olacaktı. Toplanma gününden birkaç gün önce, bir hadise yaşandı. Delikanlı, mahallelerin birinden geçiyordu. Gözü, çarşafına bürünmüş mahalle kızlarından birine takıldı. O kız, mahalledeki çoğu esmer kızdan farklıydı. Saf gümüşe benzeyen muhallebi gibi beyaz bir teni vardı. Siyah çarşafının altındaki yüzü ise karanlık gecedeki dolunayı andırıyordu. İkisinin bakışları tam birbiriyle kesişip delikanlının şaşkınlığı bir tebessümle karşılık bulmuşken öyle bir his bürüdü ki delikanlıyı, sanki kalbi duracak gibiydi. Aklı ise gökyüzüne havalanmış kanat çırpıyordu. Hal böyleyken kendini kaybedip heyecandan yere yıkılmasından daha doğal ne olabilirdi ki? Zaten, o da beyaz tenli, cazip hanımlar karşısında şaşakalan tipik bir Mısırlı değil miydi? Onların nazarında beyaz ten, adeta fethini gerçekleştirmiş bir fatihin rengiydi. Ve her kim beyaz bir kadının gönlünü fethederse bu onlar için apaçık bir zaferdi ve Allah’a ettikleri duaların da bir kabulüydü sanki.

Delikanlı ile kız arasındaki bakışmalar ve gülüşmeler selamlaşmayla, konuşmalar ise randevulaşmaya kadar ilerlemişti. Aşkları ise, kâh acı kâh tatlıydı.

Mısır halkının talihsizliğine bakın ki, aşıkların randevulaştıkları gün Şaban’ın yirmi dokuzuydu. Hal böyle olunca, şeyh kafileye hilalin görünmediğini söylemek zorunda kaldı. Dolayısıyla oruç, sorgusuz sualsiz bir gün ertelenmiş oldu. Memlûk hükümdarlar, halka: “Siz kazandınız.” dedi. Zavallı halk ise şöyle cevap verdi: “Hayır, aksine kaybeden biziz.” Aşık olmuş mecnuna ve isminin başı n harfi ile başlayan kıza gelince ise, o ikisi, olan biteni bir kenara bırakmış, gizemli aşkın dergahında, imamın nikahlarını kıyacağı o günün hayaliyle meşgullerdi… Yüce Allah’ın hikmetinden sual olunmaz. 

……………..

……………..

……………..

Dedemden yadigar olan kağıt parçasında yazılı olan bu hikayeyi bitirdiğimdeyse yüzümde bir tebessüm belirdi…

II

جَاءَ شَهْرُ رَمَضانَ أَخِيرًا فَمَرْحَباً بِأَفْضَلِ الشُّهُورِ.. أَيُّ ذِكْرَياتٍ تَعْبُرُ ذِهْنَ المَرْءِ وَهُوَ يَجْلِسُ فِي بَيْتِهِ فِي انْتِظارِ الصّيامِ.. أُحِسُّ أَنَّ القاهِرَةَ كُلَّها تَدْخُلُ قَلْبِي بِمَآذِنِها الأَلْفِ وَقِبابها المُزَخْرَفَةِ وَأَحْيائِها القَديمَةِ وَحَواريها العَريقَةِ. أُحِبُّ هَذَا الشَّهْر بِمِثْلِ الوَهَجِ الَّذِي أَحْبَبْتُ بِهِ أَوَّلَ فَتاةٍ عَرَفْتُها فِي حَيَاتِي. كَانَتْ رَقيقَةً ونَحيلَةً وَ تَرْتَعِشُ حِينَ تُجْهِدُ نَفْسَها فِي الحَديثِ. تَكْتَسِي بُيوتُ المَدينَةِ فِي شَهْرِ رَمَضانَ شَيْئاً مِنْ الجَلالِ والرِّقَّةِ. فَوانيسُ رَمَضانَ تُضِيءُ أَرْكانَ الدَّكاكينِ. والأَطْفالُ فِي الطَّريقِ يَضْرِبونَ البُمْبَ. وَقَدْ اسْتَيْقَظَتِ الحارَةُ الكَبيرَةُ الَّتِي أَسْكُنُ فِيهَا تَمَاماً. وَاسْتَيْقَظَ مَعَهَا فِي قَلْبِي شَيْءٌ

..مَعَ كُلِّ وَقْفَةٍ لِشَهْرِ رَمَضانَ

مَعَ كُلِّ بَعْثٍ جَديدٍ لِهَذَا الشَّهْرِ يَسْتَيْقِظُ فِي قَلْبِي شَيْءٌ.. شَيْءٌ لَسْتُ أُدْرِكُ كُنْهَهُ أَوْ أَعْرِفُ حَقيقَتَهُ.. شَيْءٌ يُشْبِهُ عُذوبَةَ الحُبِّ الأَوَّلِ، أَوْ يُشْبِهُ غُموضَ الأَيّامِ القَلِقَةِ اَلَّتِي لَا نَعْرِفُ فِيهَا هَلْ وَقَعْنَا فِي الحُبِّ أَوْ نَتَوَهَّمُ

أُحِسُّ فِي اللَّيْلَةِ الأولى مِنْ شَهْرِ رَمَضانَ أَنَّنِي أَرَى مِنْ خِلالِ النَّفْسِ كُلَّ نُفُوسِ الآخَرِينَ فِي الوُجودِ.. وَيَنْمُو بِدَاخِلِي الحَنينُ فَأَوَدُّ أَنْ أَعْثُرَ عَلى النَّمْلَةِ الَّتِي كَلَّمَتْ سَيِّدَنا سُلَيْمانَ لِأُقَبِّلَها، وَأَتَمَنَّى أَنْ أَلْقَى الْحُوتَ الَّذِي ابْتَلَعَ يونُسَ لِأُرَبِّتَ عَلَى رَأْسِهِ، وَأَحْلُمُ أَنْ أَجِدَ الحِمارَ الَّذِي بُعِثَ أَمَامَ عُزَيْرٍ لأَحْمِلَهُ عَلَى ظَهْري، وَأُفَكِّرُ عَبَثًا فِي قَبْرِ الهُدْهُدِ الَّذِي حَمَلَ الرِّسالَةَ لِبِلْقِيسَ وَعادَ لِيَحْكي لِسَيِّدِنا سُلَيْمانَ عَنْ عِبادَتِها لِلشَّمْسِ.. أَيْنَ يَقَعُ قَبْرُ هَذَا الهُدْهُدِ.. أَيُّ رَوْعَةٍ أَنْ يُبْعَثَ الهُدْهُدُ لِنَتَحَدَّثَ قَلِيلًا عَنْ عِبادَةِ الشَّمْسِ

فِي بِداياتِ شَهْرِ رَمَضانَ أُحِسُّ نَحْوَ الكَائِنَاتِ، كُلِّ الكَائِنَاتِ، بِالْحُبِّ.. وَأُحِسُّ بِالرِّفْقِ والضَّعْفِ إِزَاءَ قِصَصِ الحُبِّ الإِنْسانيَّةِ والْحَيَوانيَّةِ والنَّباتيَّةِ والجَّماديَّةِ.. وَيَمْلَؤُنِي إِدْراكٌ لِلْعَلَاقَةِ بَيْنَ تَنَهُّدِ القَمَرِ وَمَدِّ البَحْرِ وَجَزْرِهِ، كَمَا أَفْهَمُ سِرَّ الهَوَى المُتَبادَلِ بَيْنَ زَهْرَةِ عَبّادِ الشَّمْسِ الَّتِي تُحَوِّلُ وَجْهَها نَحْوَ أُمِّها، حَتَّى يَجيءَ اللَّيْلُ فَتُنَكِّسُ عُنُقَهَا وَتَنامُ

فِي شَهْرِ رَمَضانَ.. أَشْعُرُ بِأَنَّ كُلَّ شَيْءٍ فِي الدُّنْيَا يَقومُ عَلَى الحُبِّ، هوَ النّاموسُ المُسَيْطِرُ الحاكِمُ فِي الدُّنْيَا.. وَإِنْ أَفْسَدَهُ النّاسُ بِالْكَرَاهِيَّةِ وَالرَّحِيلِ

 ..وَيَكْبُرُ الإِحْساسُ بِالْحُبِّ فِي نَفْسِي

..ثُمَّ تُعِيدُنِي إِلَى الْوَاقِعْ أَصْوَاتُ زَوْجَتِي وَهِيَ تُمَارِسُ قِيَادَتَهَا فِي الْمَطْبَخِ اِسْتِعْدَاداً لِلسَّحُورِ

Nihayet Ramazan geldi. Selam olsun sana ey 11 ayın sultanı! Hey gidi, ne hatıralar geçti evinde öylece Ramazan’ı bekleyenin zihninden…

Binlerce minaresi, süslü kubbeleri ve köklü mahalleleriyle tüm Kahire’nin kalbime dolduğunu hissediyorum. Aşık olduğum ilk kadını sevdiğim ışıltıyla seviyorum bu ayı. Öyle narin ve hassastı ki o, konuşmaya çalıştığında bile titriyordu. 

Ramazan ayında şehrin evleri heybet ve zerafete bürünürdü. Kandiller, dükkan köşelerini aydınlatırdı. Çocuklar sokaklarda çatapat patlatırdı. Oturduğum mahalle bütünüyle uyanmıştı ve onlarla birlikte kalbimde de bir şey uyandı.  

Bu ayın her dirilişiyle kalbimde yeniden uyanıyor bir şey, hakikatinin idrakine vakıf olamadığım… İlk aşkın lezzeti gibi ya da aşık mıyız yoksa bir vehmin içinde miyiz o bilemediğimiz endişeli günlerin belirsizliği gibi bir şey… 

Ramazan’ın ilk gecesi, adeta kendi benliğimde tüm ruhları görüyor hissindeyim.  Özlem içimde büyüyor, Hz. Süleyman ile konuşan karıncayı bulmak istiyorum öpmek için onu… Hz. Yunus’u yutan balığa rast gelmek istiyorum okşayayım diye başını. Ve Uzeyr’in yeniden diriltilen eşeğini bulmak istiyorum, taşımak için sırtımda onu.  Mektubu Belkıs’a taşıyan ve güneşe secde ettiği haberi ile Hz. Süleyman’a dönen Hüdhüd’ün kabrini bulmak istiyorum. Nerededir ki onun kabri? Güneşe secde hakkında tefekkür edelim diye Hüdhüd’ün gönderilmesinde nice ibretler vardır. 

Ramazan’ın başlamasıyla, yaratılmış tüm varlıklara karşı muhabbet besliyorum. İnsanların, hayvanların, bitkilerin hatta cansız varlıkların bile aşk hikayelerine karşı muhabbet doluyum ve onlara karşı zaaf duyuyorum… Ayın iç çekişi ile denizin gelgiti arasındaki münasebetin idrakiyle doluyum… Tıpkı gece olup boynunu bükene kadar yüzünü annesine dönen ayçiçeği ile annesi arasındaki karşılıklı tutkuların sırrını anladığım gibi…

Ramazan ayında… Dünyadaki her şeyin aşka geldiğini hissediyorum, Aşk’ın kanunu hakimdir dünyaya, insanlar onu kin ve nefretle bozmuşsa bile.

Aşkla birlikte içimde duygular büyüyor. Sonra ise mutfakta sahur hazırlığında olan eşimin tıkırdılarıyla düşlerimden uyanıyorum…

Hikaye Notları

1) Ahmet Behçet Kimdir?

Ahmet Şefîk Behçet (أحمد شفيق بهجت), Kâhire’de 15 Kasım 1932’de dünyaya gelmiştir. Kâhire Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Behçet, mezun olmasının akabinde 1955 yılında el-Ahbâru-el-Yevm (الأخبار اليوم) gazetesinde çalışmaya başlamıştır. Gazetecilik hayatına Sabâhu’l-hayr (صباح الخير) gazetesiyle devam eden yazar, 1958 yılında Mısır’ın el-Ehrâm (الأهرام) gazetesine geçiş yapmış ve vefatına kadar (11 Aralık 2011) da burada  yazmayı sürdürmüştür. Ahmet Behçet’in seksenlerden itibaren el-Ehrâm gazetesinin ikinci sayfasında yazdığı “Dünya Fonu” başlıklı günlük köşe yazıları ise merhumun en önemli yazıları arasındadır. 

Çok yönlü kimliğiyle öne çıkan Ahmet Behçet, köşe yazarlığının yanı sıra birçok farklı işle de meşgul olmuştur. Radyo-Televizyon dergisi editörlüğü ve radyo programcılığı da bunlar arasındadır. Aynı zamanda Eyyâmu’s-sâdât (أيام السادات) adlı bir sinema filminin senaristliğini de yapmıştır. Edip, Arap edebiyatına “Allah’ın Peygamberleri”, “Allah’a Giden Yol” ve “Oruçlunun Hatıraları” gibi pek çok kitap kazandırmıştır [1].

2) Rû’yet-i Hilâl Bahsi

İslamiyet’te ibadetlerin vakti tayin edilirken ay takvimi esas alınmaktadır. Oruç ibadetinin başlangıcı ve bitişi de ay takvimine uygun şekilde tayin edilmektedir [2]. İslam’ın ilk yıllarındaysa ayın durumu çıplak gözle takip edilmiş, hatta astronomi ve rasathanelerin gelişmesinden sonra dahi Ramazan hilaliyle ilgili hesaplara güvenme konusu çokça tartışılmıştır. Rû’yet-i hilâl yani hilalin gözlenmesi mevzusu, çıplak gözle görülmesinin zorluğu da eklenince çokça ihtilaf edilen bir mesele haline gelmiştir. Eski zamanlarda farklı ülkelerde farklı uygulamaların olduğu bu meselede, Mısır, bizzat hilalin görülmesinden sorumlu kadılar tayin etmekteydi. Mukattam Dağı’nın eteğinde onların hilali gözlemesi için hazırlanan bir dikke(kürsü), Kadılar Kürsüsü (دِكَّةُ القُضَاة) olarak biliniyordu [3]. Fâtımî Devleti döneminde, Komutan Bedr el-Cemâli, Mukattam’ın eteğinde kendisine bir mescit yaptırmıştı ve mescidin minaresi, Ramazan hilalini görmek için gözlemevi olarak kullanılmıştı. Aynı zamanda bu, Memlûk Devleti döneminde de devam eden bir alışkanlık haline geldi. Daha sonra bu uygulama Kahire’de XIII. yüzyıla ait bir külliye olan Kalavun Külliyesi’ne taşındı [4]. Ancak Osmanlı döneminde Mukattam Dağı’ndaki kadıların hilali gözleme uygulamasına yeniden dönüldü. Hilal gören kadılar, kandillerle Kalavun Külliyesi’ne döner, muhtesip de Ramazan hilalinin görüldüğünü ve orucun başladığını ilan ederdi. Bu âdet, 1895’te II. Hidiv Abbas Hilmi, hilalin tespit edildiği yerin Dâru’l-iftâ (دار الإفتاء المصرية)’ya yani bir çeşit fetva meclisine taşınması emrini verene kadar devam etti [5].

Çeviri Notları

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Hikaye İçin:

Behcet, A. (1990). Muzekkirâtu Sâim. Kahire: Dâru’ş-şurûk. 

[1] Vefatu’l-katibu’l-Mısriyyu Ahmet Behcet. (2011, Aralık). Al Jazeera. 

[2] Köksal, İ. (2008). Rü’yet-i Hilal Meselesi. Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi,1, 6-7.

[3] Rû’yetu Hilâli ramadan. (2015, Haziran). el-Arap. 

[4] Abouseif, D. B. (2001). Kalavun Külliyesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 24, 228-229.

[5] عن الدار – نشأة الدار ومكانتها وتطورها. Dâru’l-iftâ.

[6] Ayyıldız, E. ( 2003). MAKĀME. TDV İslam Ansiklopedisi, 27, 417-419.

Exit mobile version