Mirkat.org

Hayat Felsefem: Ahmet Hasan ez-Zeyyat’tan Alıntılar ve Türkçe Çevirileri

Ahmet Hasan ez-Zeyyât (أَحْمَدْ حَسَنْ الزَّيَّات) 1940’ta yazdığı Vahyu’r-Risâle (وَحْيُ الرِّسَالَة) kitabı ile edebiyat dalında devlet ödülü almıştır. [1] Yazar birçok kitabının yanı sıra bu kitapta yaşamı boyunca edindiği izlenimlerini, tecrübelerini ve etkisinde kaldığı olayları bizlerle paylaşmıştır. Şimdi okuyacağınız alıntı kısım bu kitaptan olup yazarın benimsediği hayat düşüncesini bizlere gösterecektir. Birazdan yazarın hem yazı tarzı olan nesir ile hem de ahlakî hayat tarzıyla tanışacaksınız.

Önce Alıntı:

مَذْهَبِي فِي الْحَيَاةِ

مَذْهَبِي فِي الْحَيَاةِ يَتَمَيَّزُ بِالْاِسْتِقَامَةِ وَالْوُضُوحِ. وَبِفَضْلِ هَاتَيْنِ الْمِيزَتَيْنِ بَلَغْتُ الْغَايَةَ الَّتِي قَصَدْتُهَا مُنْذُ وَعَيْتُ. لَمْ أَبْلُغْ عَلَيْهِ الثَّرَاءَ الضَّخْمَ وَلَا الْجَاهَ الْعَرِيضَ، وَلَكِنِّي بَلَغْتُ عَلَيْهِ الْعَيْشَ الرَّخِيَّ وَالْبَالَ الرَّضِيَّ وَالذِّكْرَ الْحَسَنَ. وَالسَّعَادَةُ الْحَقُّ أَقْرَبُ إِلَى الرِّضَا وَالسَّكِينَةِ مِنْهَا إِلَى الْمَالِ وَالْمَنْصِبِ

حَرَصْتُ عَلَى أَنْ يَكُونَ مَذْهَبِي مُسْتَقِيمًا، حَتَّى كَانَتِ الْعَقَبَةُ الضَّخْمَةُ تَعْتَرِضُنِي فَأَقِفُ دُونَهَا طَوِيلًا، أُفَتِّتُهَا بِمِعْوَلِيَ الصَّغِيرِ حَصَاةً حَصَاةً إِلَى أَنْ تَذُلَّ وَتَزُولَ

وَحَرَصْتُ عَلَى أَنْ يَكُونَ مَذْهَبِي وَاضِحًا، حَتَّى كَانَتِ الْمُشْكِلَةُ الصَّعْبَةُ تَعْرِضُ فَيَكَونُ حَلُّهَا يَسِيرًا بِشَيْءٍ مِنَ النِّفَاقِ وَقَلِيلٍ مِنَ الْمُصَانَعَةِ؛ وَلَكِنِّي كُنْتُ أَنْفُرُ مِنْ ذَلِكَ كُلِّهِ وَأُحَاوِلُ أَنْ أُعَالِجَهَا بِالصِّدْقِ وَالصَّبْرِ وَالصَّرَاحَةِ، فَتَنْحَلُّ بَعْدَ أَنْ تَتْرُكَ فِي النَّفْسِ مِنَ الْأَثَرِ مَا يَتْرُكُهُ الْجُرْحُ فِي الْجَسَدِ مِنَ النُّدُوبِ، وَلَكِنَّ هَذِهِ النُّدُوبَ سَتَظَلُّ عَلَى الزَّمَنِ مَثَارًا لِلَذَّةٍ مِنْ لَذَّاتِ الرُّوحِ تَشِيعُ فِيهَا الْعِزَّةُ وَالْحُرِّيَّةُ وَالْكَرَامَةُ

نَهَجَ لِي هَذَا الْمَذْهَبَ وَأَلْزَمَنِي إِيَّاهُ طَبْعُ حُرٍّ مُسَالِمٍ؛ فَأَنَا مُنْذُ حَمَلْتُ نَصِيبِي مِنْ عِبْءِ الْحَيَاةِ أُحَاوِلُ أَنْ أَسْتَقِلَّ فِي عَمَلِي عَنْ إِرَادَةِ الْغَيْرِ، وَأَسْتَغْنِيَ بِقُدْرَتِي عَنْ مَعُونَةِ النَّاسِ، فَلَمْ أَضَعْ يَدَيَّ وَلَا عُنُقِي فِي أَغْلَالِ الْوَظَائِفِ الْحُكُومِيَّةِ، وَلَمْ أَصْعَدْ صُعُودَ الْعُلَّيْقِ عَلَى أَكْتَافِ الطِّوَالِ مِنْ ذَوِي السُّلْطَانِ وَالْحُكْمِ؛ وَإِنَّمَا اضْطَرَبْتُ فِي مَجَالِيَ الْحَيَوِيِّ طَلِيقًا مِنْ كُلِّ قَيْدٍ إِلَّا قَيْدَ الْخُلُقِ، مُسْتَقِلًّا عَنْ كُلِّ عَوْنٍ إِلَّا عَوْنَ اللهِ. بِذَلِكَ سَلِمَتْ نَفْسِي مِنْ رَذَائِلِ الْوَظِيفَةِ، فَلَا جُبْنَ وَلَا رِيَاءَ وَلَا مَلَقَ، وَبَرِئَتْ حَيَاتِي مِنْ نَقَائِصِ التَّبَعِيَّةِ فَلَا خُضُوعَ وَلَا إِغْضَاءَ وَلَا ذِلَّةَ

مَذْهَبِي أَنْ أَدَعَ الْخَلْقَ لِلْخَالِقِ فَلَا أَنْتَقِدُ وَلَا أَعْتَرِضُ، وَلَا أَمُدُّ عَيْنَيَّ وَرَاءَ الْحُجُبِ، وَلَا أُرْهِفُ أُذُنَيَّ خَلْفَ الْجُدُرِ، وَلَا أَدُسُّ أَنْفِي بَيْنَ الْوُجُوهِ، وَلَا أَزْحَمُ بِمَنْكِبِي مَنْ يَمْشِي عَنْ يَمِينِي أَوْ عَنْ يَسَارِي مَا دَامَ الطَّرِيقُ مَفْتُوحًا أَمَامِي إِلَى الْوَجْهِ الَّذِي أَقْصِدُهُ. لِذَلِكَ عِشْتُ لَيِّنَ الْجَانِبِ سَلِيمَ الصَّدْرِ لَا أَدْخُلُ فِي جَدَلٍ وَلَا أُشَارِكُ فِي مِرَاءٍ وَلَا أَلِجُ فِي مُنَافَسَةٍ. وَكَانَ مِنْ جَدْوَى ذَلِكَ عَلَيَّ أَنَّ اللهَ وَقَانِي عَذَابَ الْحَسَدِ وَكَفَانِي شَرَّ الْعَدَاوَةِ، وَجَعَلَ مَا بَيْنِي وَبَيْنَ النَّاسِ قَائِمًا عَلَى الْمُجَامَلَةِ وَالْمُسَاهَلَةِ وَالْوُدِّ. وَمِنْ مَذْهَبِي أَنْ أُسْقِطَ الْمَاضِي مِنْ حِسَابِ الْحَاضِرِ فَوْرَ انْقِطَاعِهِ، فَلَا أَحْزَنُ عَلَى مَا فَاتَنِي مِنْهُ، وَلَا آلَمُ لِمَا سَاءَنِي مِنْهُ. وَتُصِيبُنِي الْخَسَارَةُ فَلَا أَجْزَعُ، إِنَّمَا أَطْرَحُهَا مِنْ رِبْحِ الصِّحِّةِ وَالنَّجَاحِ وَالْأَمْنِ، ثُمَّ أُدَبِّرُ أَمْرِي عَلَى اعْتِبَارِ أَنَّهَا لَمْ تَكُنْ. وَيَسُوءُنِي الصَّدِيقُ فَلَا أَبْتَئِسُ؛ إِنَّمَا أَحْمِلُ إِسَاءَتَهُ عَلَى حَيَوَانِيَّتِهِ وَأَثَرَتِهِ، فَإِذَا عَادَ إِلَى الْإِحْسَانِ لَا أُعَاتِبُهُ عَلَى مَا كَانَ وَلَا أُذَكِّرُهُ بِمَا فَعَلَ، وَأَيُّ نَفْعٍ أَرْتَجِيهِ مِنْ تَعْكِيرِ مَا رَاقَ وَإِشْعَالِ مَا خَمَدَ؟ إِنِّي لَا أُصَادِقُ إِلَّا مَنْ أُحِبُّ، وَاللَّذَّةُ الَّتِي أَجِدُهَا فِي حُبِّ الْإِنْسَانِ، تُعَوِّضُنِي مِنَ الْأَلَمِ الَّذِي أَجِدُهُ فِي لُؤْمِ الْحَيَوَانِ

وَلِلْإِيثَارِ جَانِبٌ عَظِيمٌ مِنْ مَذْهَبِي فِي الْحَيَاةِ؛ فَأَنَا أُؤْثِرُ صَاحِبِي عَلَى نَفْسِي فِي الْمَجْلِسِ وَالْحَدِيثِ وَالْهَوَى. وَقَدْ أُوثِرُهُ أَحْيَانًا بِالْمَنْفَعَةِ، لِأَنَّ شُعُورِي بِأَنَّ أُدْخِلَ السُّرُورَ عَلَيْهِ، أَوْ أَجْلِبَ السَّعَادَةَ إِلَيْهِ، أَجْمَلُ فِي نَفْسِي مِنْ شُعُورِي بِأَنْ أَتَصَدَّرَ فِي الْجُلُوسِ أَوْ أَنْفَرِدَ بِالْكَلَامِ أَوْ أَتَغَلَّبَ فِي الْإِرَادَةِ أَوْ أَخْتَصَّ بِالْفَائِدَةِ

Hayat Felsefem

Hayat felsefemin en belirgin özellikleri, açık yürekli olmak ve doğru yol üzere bulunmaktır. Kendimi bildim bileli varmaya çalıştığım hedefe bu iki özellik vesilesiyle ulaştım. Ne devasa bir zenginlik elde ettim ne de yüksek bir makama geldim fakat bu yolda mutlu bir yaşama, rahat bir kafaya sahip oldum ve insanlar arasında iyi anıldım. Zaten gerçek mutluluğa; parayla ve makamla değil memnuniyet ve sekinetle ulaşılır.

Hayat felsefemin dosdoğru olmasına gayret ettim hatta öyle ki büyük bir engelle karşılaşıyor ve o engelin karşısında uzunca bekliyordum. Küçük kazmamla o engeli, azar azar yok olana kadar aşındırıyordum.

Aynı şekilde felsefemin açık yüreklilik olmasına da gayret ettim hatta öyle ki büyük bir sorunla karşılaşıyordum ve çözümü ikiyüzlülük ve biraz yapmacıklık ile kolayca bulunabilir oluyordu. Ancak ben bunların hepsinden nefret ediyor ve o sorunu doğruluk, sabır ve dürüstlükle hallediyordum. Böylece vücudun aldığı yaralardan kalan izler gibi, nefsime bir yara izi bıraktıktan sonra sorun çözülmüş oluyordu. Fakat zamanla bu yara izleri; içinde izzet, özgürlük ve namus duygularının yeşerdiği manevi bir lezzet sunuyordu bana.

Bu yolu bana özgür ve barışçıl tabiatım çizdi. Hayatın zorluklarından nasibimi aldığımdan beri işimi başkalarının iradesinden bağımsız olarak kendi başıma yapmaya ve kendi gücümle yetinerek insanlardan yardım almamaya çalışıyorum. Böylelikle ellerimi veya boynumu devlet görevlerinin prangalarına teslim etmedim. Sarmaşık gibi büyük güç sahiplerinin omuzlarında da yükselmedim. Yaşam alanımda sıkıntı çekerken ahlak prangasından başka bir prangaya bağlı değildim ve Allah’tan başka kimseden yardım almadım. Bu şekilde uşaklığın rezil hasletlerinden nefsim kurtuldu da ne korkaklık ne riya ne de yağcılık kalmadı bende. Hayatım boyun eğme, üç maymunu oynama ve zillete düşmek gibi asalaklara has kusurlardan berî oldu.

Felsefem, yaratılmışı yaradana bırakmaktır. Bu yüzden kimseyi eleştirmem, itiraz etmem, gözümü perdelerin arkasına dikmem, kulağımı duvarın arkasına doğru dayamam, kimsenin işine burnumu sokmam ve hedefime giden yol önümde açık olduğu sürece sağımda veya solumda yürüyeni omzumla sıkıştırmam. Bundan dolayı kimseyle tartışmayan ve kimseyle yarışa girmeden yumuşak huylu ve gönlü temiz biri oldum hep. Bunun vesilesiyle Allah kıskançlık hastalığından ve düşmanlığın şerrinden beni koruyarak insanlarla olan ilişkilerimin karşılıklı sevgi, anlayış ve nezaket temelleri üzerine olmasını nasip etti. Felsefemde olan şeylerden birisi de yaşadığım anı değerlendirirken -geçtiği andan itibaren- maziyi düşünmemektir. Dolayısıyla geçmişte kaçırdığım şeylerden dolayı üzülmüyorum, bana elem veren şeylerden dolayı acı çekmiyorum. Hüsrana uğruyor ve fakat şikayet etmiyorum. Zira bu kaybımı; sıhhat, afiyet ve başarıdan gelen kârımdan düşüyorum. Sonra işlerime geçmişte hiç kayıp yaşamamış gibi devam ediyorum. Bir arkadaşım bana kötülük yapıyor ama umutsuzluğa düşmüyorum çünkü bu kötülüğü onun hayvani doğasına ve bencilliğine veriyorum. Hatasını fark ettiği zaman geçmişte olanlardan dolayı ona içerlemiyorum veya bana yaptıklarını hatırlatmıyorum. Zaten sönmüş ateşi alevlendirmeye, durgun suyu bulandırmaya ne gerek var ki? Ben sadece sevdiğimle arkadaşlık ediyorum. İnsanları severken yaşadığım lezzet, onların hayvani yönlerinden doğan eziyetten duyduğum acıyı telafi ediyor.

İsar duygusunun hayat felsefemdeki yeri oldukça önemlidir. Bir ortamda otururken, sohbet ederken ve keyif alırken dostumu nefsime tercih ederim. Ve bazen menfaat söz konusu olduğunda bu menfaati kendi nefsim yerine ona sunarım. Çünkü ortamlarda baş köşeye geçmek, kimseyi konuşturmamak, başkalarının yerine karar almak ve her şeyi kendime istemektense ona mutluluk ve neşe vermek, bana daha güzel geliyor.

Alıntı Notları

1) Ahmet Hasan Zeyyât Kimdir?

2 Nisan 1885’te -Dekahliye kazasına bağlı- Talhâ’nın merkezi Kefer Demîre köyünde doğdu ve köy ortamının dinginliğinde büyüdü. Anne ve babası aynı köyden olmakla birlikte, anne tarafından soyu Medine’den göçmüş olup bu sebeple Medenî (Medineli) lakabıyla tanınan bir aileye dayanır. Ailesi, -diğer köylüler gibi- ağaların topraklarında tarımla uğraşan orta halli insanlardı. Kendisi, beş kardeşin ortancasıydı. Babasının edebi yöneliminin ve annesinin zekasının yanı sıra âmâ olan hocasının kendisine dinî kasideler okutması onun yolunu erken yaşlarda çizecektir. Erken yaşta Kur’an-ı Kerim’i yedi kıraât üzere tecvidli bir şekilde ezberledi. Sonra Ezher’de okumaya başladı ve burada o meşhur iki isimle arkadaş oldu: Tâhâ Hüseyin ve Mahmud Zenâtî. Hüseyin şiirde, Zenâtî romanda, Zeyyât ise düz yazıda isimlerini duyurdular. [2] 

Haccac hakkında derste açılan bir tartışmada bu üçlünün farklı görüş ortaya atmış olmaları, dışlanmalarına ve sonrasında neredeyse Ezher’den atılma boyutuna gelmelerine neden olmuştur. Son anda atılmaktan kurtulsalar da burada daha fazla barınamayacaklarını anlayınca Ezher’den kendileri ayrılmıştır. Sonra Kahire Üniversitesi’ne girdiler ve burada şarkiyatçı hocalardan ders aldılar. [3]

Paris Üniversitesinden hukuk diploması alan ve Kahire Amerikan Üniversitesinde Arap Dili bölümünün başkanlığını yapan Ahmet Hasan ez-Zeyyât birçok yerde de öğretmenlik yaptı. [4] 1917 yılında öğrenmeye başladığı Fransızca dışında başka bir yabancı dil öğrenme uğraşına girmedi çünkü kişinin tam olarak hakim olmadığı bir çok dil yerine tam olarak iyi bildiği bir yabancı dilin daha iyi olduğunu düşünüyordu. 

Çocukluğunda geçirdiği hastalığın bir süre sonra nüksetmesi ile ortaya çıkan görme zorluğu sebebiyle öğretmenliğe devam edememiş ve -arkadaşları gibi- kendisini meşhur edecek ve gündemde tutacak makamlara gelememiştir.

1933’te er-Risâle dergisini kurdu ve vaktinin çoğunu bu dergiye verdi. Yayın süresi  boyunca başarıyla yol alan dergi, 1953 tarihinde yayın hayatından çekildi. [5]

En ünlü eseri olan Tarihu’l-edebi’l-Arabî’nin yanı sıra 7 telif ve birkaç tercüme eseri bulunan Zeyyât’ın 1940’ta yazdığı Vahyu’r-Risâle adlı kitabı devlet ödülü almıştır. Vahyu’r-Risâle; yazarın hayat tecrübelerini, hayata dair izlenimlerini ve yaşamı boyunca etkisinde kaldığı olayları paylaştığı -telifi 20 yıl süren ve 4 cilt olan- eseridir. Yazar, daha sonra 1962’de Mısır’da edebiyat dalında devlet takdir ödülü de almıştır. [6]

Düzyazı türünde eserler veren Zeyyât, Fransız edebiyatından etkilenmiş olmasına rağmen İslâm ve Arap milliyetçiliğini savunmuş ve edebiyattaki eski-yeni tartışmasında eskiyi savunarak gelenekçi bir tutum sergilemiştir.

Ahmet Hasan ez-Zeyyât, 12 Mayıs 1968 tarihinde vefat etmiştir.

Çeviri Notları


Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Alıntılar için:

Zeyyât, A. H. (1966). Vahyu’r-Risâle (Cilt. 4). Kâhire: Dâru Nehdeti Mısır, 116-119. 

[1] Fazlıoğlu, Ş. (2013). Ahmet Hasan Zeyyât. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44, 385-386.

[2], [5] Fuat, N. (1984). Kımemun Edebiyye. Kâhire: Âlemu’l-kutub.

[3], [4], [6] Ebu’l Kâsım, N. (2018). Âlemu Ulemâ-i Mısır ve Nücûmiha Hattâ 1985. Kâhire: Mektebetu’l-meşârik.

Kapak Görseli:

Juan Gris / Still Life with a Guitar (1913)

Exit mobile version