Bir Babanın Yürek Sızlatan Ağıtı: Nizar Kabbani’nin Dımaşklı Asilzade Tevfik Kabbani’ye Şiiri ve Türkçe Çevirisi

Suriye’nin ulusal şairi kabul edilen Nizâr Kabbânî’yi (نِزَار قَبَّانِي) Arap dünyasının çağdaş şairleri arasında edindiği saygın konumu ile tanıyoruz. [1] Edebi gelişimini; eğitim ve edebiyatla iç içe bir ailede dünyaya gelmesine de borçlu olan Kabbâni, çocukluk yıllarında resim ve müziğe ilgi duysa da nihai olarak şiirde karar kılar. İlk şiir kitabını hukuk fakültesinde okurken çıkaran şair; aşk, erotizm, feminizm, din ve Arap milliyetçiliği temalarını keşfederken, üslubunda sadeliği zarafetle birleştirir. [2] Kendine has tarzıyla ünlü bestecilerin de ilgisini çeken şiirleri birçok kez bestelenmiş ve seslendirilmiştir. [3] Şiirlerinde genellikle kadın ve siyaset temaları üzerinde duran Kabbânî, oğlu Tevfîk’in (تَوْفِيق قَبَّانِي) ölümüyle acı dolu bir dünyanın kapılarını aralamıştır. Bu acı “Dımaşklı Asilzade Tevfîk Kabbânî’ye” (إِلَى الْأَمِير الدِّمَشْقِيِّ تَوْفِيق قَبَّانِي) şiirinde gün yüzüne vurmuştur. Şiir, iç sızlatan, yürek burkan bir hüznün en kırık dalına denk gelmekte ve okuyucuyu bir babanın evlat acısına tanık ettirmektedir.

Şiirin Hikayesi

Nizâr Kabbânî, kız kardeşi Visâl Kabbânî’nin (وِصَال قَبَّانِي) intiharından sonra sırasıyla annesini, oğlunu ve son olarak eşi Belkıs’ı kaybederek bir matem silsilesi yaşamıştır. Oğlu Tevfîk Kabbânî, Kahire’de Tıp Fakültesi beşinci sınıf öğrencisidir ve kalp krizi geçirerek 1973 yılında vefat etmiştir. Oğlunun ona yaşattığı derin acı üzerine şair “Dımaşklı Asilzade Tevfîk Kabbânî’ye” şiirini kaleme almıştır. [4]

https://www.youtube.com/watch?v=xnWiGwIRj40

Ve Şiir

إِلَى الْأَمِيرِ الدِّمَشْقِيِّ تَوْفِيق قَبَّانِي

 Dımaşklı Asilzade Tevfîk Kabbânî’ye

مُكَسَّرَةٌ كَجُفُونِ أَبِيكَ هِيَ الْكَلِمَاتْ

وَمَقْصُوصَةٌ، كَجَنَاحِ أَبِيكَ، هِيَ الْمُفْرَدَاتْ

فَكَيْفَ يُغَنِّي الْمُغَنِّي؟

وَقَدْ مَلَأَ الدَّمْعُ كُلَّ الدَّوَاةْ

وَمَاذَا سَأَكْتُبُ يَا بُنَي؟

وَمَوْتُكَ أَلْغَى جَمِيعَ اللُّغَاتْ

Kelimeler kırık... Babanın göz kapakları gibi

Sözcükler zayıf... Babanın kanatları gibi

O halde nasıl söylesin şarkıcı şarkısını?

Hokkanın tamamı gözyaşlarıyla doluyken

Ne yazabilirim ki oğlum?

Ölümün tüm dilleri mezara koymuşken

***

لِأَيّ سَمَاءٍ نَمُدُّ يَدَيْنَا؟

 وَلَا أَحَدًا فِي شَوَارِعِ لَنْدَنَ يَبْكِي عَلَيْنَا

 يُهَاجِمُنَا الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ صَوْبٍ

 وَيَقْطَعُنَا مِثْلَ صَفْصَافَتَيْنِ

 فَأَذْكُر، حِينَ أَرَاكَ، عَلِيًّا

وَتَذْكُرُ حِينَ تَرَانِي، الْحُسَيْنَ

Hangi gökyüzüne uzatıyoruz ellerimizi?

Londra sokaklarında bize ağlayacak kimse yokken...

Her taraftan ölüm saldırırken bize

Keserken bizi; iki söğüt gibi

Sana bakıyorum ve hatırlıyorum Ali'yi,

Bana bakıyorsun ve hatırlıyorsun Hüseyin'i

***

أَشِيلُكَ، يَا وَلَدِي، فَوْقَ ظَهْرِي

 كَمِئْذَنَةٍ كُسِرَتْ قِطْعَتَيْنْ

وَشَعْرُكَ حَقْلٌ مِنَ الْقَمْحِ تَحْتَ الْمَطَرْ

وَرَأْسُكَ فِي رَاحَتِي وَرْدَةٌ دِمَشْقِيَّةٌ.. وَبَقَايَا قَمَرْ

 أُوَاجِهُ مَوْتَكَ وَحْدِي

وَأَجْمَعُ كُلَّ ثِيَابَكَ وَحْدِي

 وَأَلْثُمُ قُمْصَانَكَ الْعَاطِرَاتْ

وَرَسْمَكَ فَوْقَ جَوَازِ السَّفَرْ

وَأَصْرُخُ مِثْلَ الْمَجَانِينِ وَحْدِي

وَكُلُّ الْوُجُوهِ أَمَامِي نُحَاسْ

وَكُلُّ الْعُيُونِ أَمَامِي حَجَرْ

فَكَيْفَ أُقَاوِمُ سَيْفَ الزَّمَانْ؟

وَسَيْفِي انْكَسَرْ

Sırtımda taşıyorum seni ey oğlum

İki parçaya ayrılmış bir minare gibi

Saçların yağmurun ıslattığı bir buğday tarlası

Başın avucumda bir Şam gülü...Ve yüzün ay ışığının yansımaları

Ölümünle bir başıma yüzleşiyorum

Bir başıma topluyorum kıyafetlerini 

Öpüyorum kokun sinmiş gömleklerini ve

Pasaportun üzerindeki resmini

Deliler gibi çığlık çığlığayım, öylece bir başıma

Etrafımdaki herkesin yüzü donuk

Herkesin gözü taş

Zamanın kılıcına nasıl karşı koyacağım?

Kılıcım kırılmışken

***

سَأُخْبِرُكُمْ عَنْ أَمِيرِي الْجَمِيلْ

عَنْ الْكَانَ مِثْلَ الْمَرَايَا نَقَاءً، وَمِثْلَ السَّنَابِلِ طُولاً

وَمِثْلَ النَّخِيلْ

وَكَانَ صَدِيقَ الْخِرَافِ الصَّغِيرَةِ، كَانَ صَدِيقَ الْعَصَافِيرْ

كَانَ صَدِيقَ الْهَدِيلْ

سَأُخْبِرُكُمْ عَنْ بَنَفْسَجِ عَيْنَيْهْ

هَلْ تَعْرِفُونَ زُجَاجَ الْكَنَائِسْ؟

هَلْ تَعْرِفُونَ دُمُوعَ الثُّرَيَّاتِ حِينَ تَسِيلْ

وَهَلْ تَعْرِفُونَ نَوَافِيرَ رُومَا؟ 

وَحُزْنَ الْمَرَاكِبِ قَبْلَ الرَّحِيلْ؟

سَأُخْبِرُكُمْ عَنْهُ

 كَانَ كَيُوسُفَ حُسْنًا.. وَكُنْتُ أَخَافُ عَلَيْهِ مِنْ الذِّئْبِ

   كُنْتُ أَخَافُ عَلَى شَعْرِهِ الذَّهَبِيِّ الطَّوِيلْ

 وَأَمْسِ أَتَوْا يَحْمِلُونَ قَمِيصَ حَبِيبِي

وَقَدْ صَبَغَتْهُ دِمَاءُ الْأَصِيلْ

فَمَا حِيلَتِي يَا قَصِيدَةَ عُمْرِي؟

 إِذَا كُنْتَ أَنْتَ جَمِيلاً

 وَحَظِّي  قَلِيلْ

Güzel prensimden bahsedeceğim size

Aynalar gibiydi saflığı, başaklar gibiydi uzunluğu onun

Servi ağacı gibiydi…

Kuzuların ve serçelerin arkadaşıydı

Dostuydu güvercin seslerinin

Size gözlerinin menekşesinden bahsedeceğim

Bilir misiniz kiliselerin camlarını?

Damladığında, kristal avizelerin gözyaşlarını?

Bilir misiniz Roma çeşmelerini ve

Ayrılış öncesi teknelerin hüznünü?

Size ondan bahsedeceğim

Güzellikte Yusuf gibiydi.. Onun içindir ki kurttan korkuyordum

Uzun altın saçları için korkuyordum...

Ve dün, gözbebeğimin gömleğini taşıyarak geldiler

Gün batımının kanıyla boyanmış bir halde

Ne gelir elimden hayatımın şiiri?

Sen güzelsen

Talihim de yoksa

***

لِمَاذَا الْجَرَائِدُ تَغْتَالُنِي؟

وَتَشْنُقَنِي كُلَّ يَوْمٍ بِحَبْلٍ طَوِيلٍ مِنَ الذِّكْرَيَاتْ

أُحَاوِلُ أَنْ لَا أُصَدِّقَ مَوْتَكَ، كُلُّ التَّقَارِيرِ كَذِبٌ

 وَكُلُّ كَلَامِ الْأَطِبَّاءِ كَذِبٌ

 وَكُلُّ الْأَكَالِيلِ فَوْقَ ضَرِيحِكَ كَذِبْ

 وَكُلُّ الْمَدَامِعِ وَالْحَشْرَجَاتْ

أُحَاوِلُ أَنْ لَا أُصَدِّقَ أَنَّ الْأَمِيرَ الْخُرَافِيَّ تَوْفِيقَ مَاتْ

وَأَنَّ الْجَبِينَ الْمُسَافِرَ بَيْنَ الْكَوَاكِبِ مَاتْ

 وَأَنَّ الَّذِي كَانَ يَقْطِفُ مِنْ شَجَرِ الشَّمْسِ مَاتْ

 وَأَنَّ الَّذِي كَانَ يَخْزِنُ مَاءَ الْبِحَارِ بِعَيْنَيْهِ مَاتْ

 فَمَوْتُكَ يَا وَلَدِي نُكْتَةٌ

 وَقَدْ يُصْبِحُ الْمَوْتُ أَقْسَى النِّكَاتْ

Neden gazeteler beni öldürüyor?

Ve neden beni her gün anılardan örülü uzun bir halatla asıyor?

Ölümüne inanmamaya çalışıyorum, yazılan tüm haberler yalan

Doktorların her sözü yalan

Mezarının üstüne bırakılan her çiçek yalan

Her gözyaşı ve her hıçkırık

Efsanevi Prens Tevfik’in öldüğüne inanmamaya çalışıyorum

Yıldızlar arasında geniş alnıyla dolaşan kişinin öldüğüne

Güneşin ağaçlarından meyve koparan kişinin öldüğüne

Gözleriyle deniz suyu biriktiren kişinin öldüğüne

Senin ölümün ey oğlum, bir şaka.. Ölüm ki

En acımasız şakalardan olabilir

***

أُحَاوِلُ أَنْ لَا أُصَدِّقْ. هَا أَنْتَ تَعْبُرُ جِسْرَ الزَّمَالِكْ

هَا أَنْتَ تَدْخُلُ كَالرُّمْحِ نَادِي الْجَزِيرَةِ، تُلْقِي عَلَى الْأَصْدِقَاءِ التَّحِيَّةْ

 تَمْرُقُ مِثْلَ الشُّعَاعِ السَّمَاوِيِّ بَيْنَ السَّحَابِ وَبَيْن الْمَطَرْ

وَهَا هِيَ شَقَّتُكَ الْقَاهِرِيَّةِ، هَذَا سَرِيرُكَ، هَذَا مَكَانُ جُلُوسِكَ، هَا هِيَ لَوْحَاتُكَ الرَّائِعَاتْ

 وَأَنْتَ أَمَامِي بِدِشْدَاشَةِ الْقُطْنِ، تَصْنَعُ شَايَ الصَّبَاحْ

 وَتَسْقِي الزُّهُورَ عَلَى الشُّرُفَاتْ

 أُحَاوِلُ أَنْ لَا أُصَدِّقَ عَيْنِي

هُنَا كُتُبُ الطِّبِّ مَا زَالَ فِيهَا بَقِيَّةُ أَنْفَاسِكَ الطَّيِّبَاتْ

وَهَا هُوَ ثَوْبُ الطَّبِيبِ الْمُعَلَّقِ يَحْلُمُ بِالْمَجْدِ وَالْأُمْنِيَاتْ

 فَيَا نَخْلَةَ الْعُمْرِ.. كَيْفَ أُصَدِّقُ أَنَّكَ تَرْحَلُ كَالْأُغْنِيَاتْ

وَأَنَّ شَهَادَتَكَ الْجَامِعِيَّةَ يَوْمًا.. سَتُصْبِحُ صَكَّ الْوَفَاةْ

İnanmamaya çalışıyorum. İşte Zamalek Köprüsü’nü geçiyorsun

el-Cezire kulübüne mızrak gibi giriyor ve dostlara esenlikler diliyorsun

Bulutların ve yağmurun içinden bir şimşek gibi geçiyorsun

Ve işte Kahire’deki evin, işte yatağın, işte oturduğun yer

İşte harika tabloların…

Pamuklu kanduran ile önümdesin ve sabah çayı demliyorsun

Balkonlardaki çiçekleri suluyorsun…

Gözlerime inanmamaya çalışıyorum…

İçlerinde hala güzel soluklarından kalıntılar taşıyan tıp kitapların

Ve işte asılı duran doktor önlüğün, ihtişamın ve ümitlerin hayalini kuran

Ey hayatın hurması.. nasıl inanayım şarkılar gibi unutulup gittiğine?

Nasıl inanayım üniversite diplomanın bir gün ölüm belgen olacağına!!

***

أَتَوفِيقُ

 لَوْ كَانَ لِلْمَوْتِ طِفْلٌ، لَأَدْرَكَ مَا هُوَ مَوْتُ الْبَنِينْ

وَلَوْ كَانَ لِلْمَوْتِ عَقْلٌ

 سَأَلْنَاهُ كَيْفَ يُفَسِّرُ مَوْتَ الْبَلَابِلِ وَالْيَاسَمِينْ

وَلَوْ كَانَ لِلْمَوْتِ قَلْبٌ.. تَرَدَّدَ فِي ذَبْحِ أَوْلَادِنَا الطَّيِّبِينْ

أَتَوفِيقُ يَا مَلَكِيَّ الْمَلَامِحِ.. يَا قَمَرِيَّ الْجَبِينْ

صَدِيقَاتُ بَيْرُوتَ مُنْتَظَرَاتٌ

 رُجُوعُكَ يَا سَيِّدَ الْعَشْقِ وَالْعَاشِقِينْ

فَكَيْفَ سَأَكْسِرُ أَحْلَامَهُنَّ؟

وَأُغْرِقُهُنَّ بِبَحْرِ الذُّهُولْ

وَمَاذَا أَقُولُ لَهُنَّ حَبِيبَاتِ عُمْرِكَ، مَاذَا أَقُولْ؟

Tevfik’im

Ölümün bir çocuğu olsaydı evlat acısının ne olduğunu idrak edebilirdi

Eğer ölümün bir aklı olsaydı

Ona bülbüllerin ve yaseminlerin ölümünü nasıl açıklayacağını sorardık

Ölümün bir kalbi olsaydı; güzel çocuklarımızı kurban etmeden önce bir kere daha düşünürdü

Tevfik’im...  Melek yüzlüm… Ay yüzlüm

Beyrut’daki kız arkadaşların bekliyor dönüşünü,

Ey aşkın ve aşıkların efendisi

Nasıl yıkacağım onların hayallerini?

Nasıl boğacağım onları şaşkınlık denizinde?

Onlara ne diyeceğim? Hayatının aşklarına, ne diyeceğim?

***

أَتَوفِيقُ

إِنَّ جُسُورَ الزَّمَالِكِ تَرْقُبُ كُلَّ صَبَاحٍ خُطَاكْ

وَإِنَّ الْحَمَامَ الدِّمَشْقِيَّ يَحْمِلُ تَحْتَ جَنَاحَيْهِ دِفْءَ هَوَاكْ

فَيَا قُرَّةَ الْعَيْنِ.. كَيْفَ وَجَدْتَ الْحَيَاةَ هُنَاكْ؟

فَهَلْ سَتُفَكِّرُ فِينَا قَلِيلاً؟

 وَتَرْجِعُ فِي آخِرِ الصَّيْفِ حَتَّى نَرَاكْ

أَتوفِيقُ

إِنِّي جَبَانٌ أَمَامَ رِثَائِكَ

فَارْحَمْ أَبَاكْ

Tevfik’im…

Zamalek’in Köprüleri adımlarını gözlüyor her sabah

Şam güvercini kanatlarının altında senin aşkının sıcaklığını taşıyor

Ah göz bebeğim... Oradaki hayatı nasıl buldun?

Bizi biraz da olsa düşünecek misin?

Seni görebilelim diye yazın sonunda geri dönecek misin?

Tevfik’im…

Senin üzüntün karşısında korkak birisiyim,

Babana merhamet et.

Şiir Notları

1) Nizar Kabbani Kimdir?

Şairin hayatına önceki Nizâr Kabbânî paylaşımından göz atabilirsiniz.

2) Şair Bize Ne Anlatıyor?

Hangi gökyüzüne uzatıyoruz ellerimizi? / Londra sokaklarında bize ağlayacak kimse yokken… / Her taraftan ölüm saldırırken bize

Ölüm, şair için değerli olan herkesi birer birer kendine kurban etmiştir. Kendisini ne zaman toplasa yeni bir yıkımın altında bulan şair, etrafına baktığında artık kimsesiz olduğunu idrak etmiş ve sığınacak bir dua bile bulamamıştır.

Etrafımdaki herkesin yüzü donuk / Herkesin gözü taş...

Şair burada acısını tek başına yaşadığına ve kimsenin onun elemini anlamadığına ilgi çekmiştir.

Ve işte Kahire’deki evin, işte yatağın, işte oturduğun yer / İşte harika tabloların…/ Yoksa tarih de bizim gibi yalancı mı?

Şair için eşyalar varlığın bir göstergesidir. Onun için oğlu hala hayattadır ve her an ona ait olan odaya, şahsi eşyalarına geri dönebilmektedir. Tevfîk’in odası onun hayatta olduğuna bir delildir.

Çeviri Notları

  • مُكَسَّرَةٌ كَجُفُونِ أَبِيكَ هِيَ الْكَلِمَاتْ.. وَمَقْصُوصَةٌ، كَجَنَاحِ أَبِيكَ، هِيَ الْمُفْرَدَاتْ: Beyitte مُكَسَّرَةٌ كَجُفُونِ أَبِيكَ ifadesi insandaki yoğun hüzün durumunu tanımlar. مَقْصُوصَةٌ، كَجَنَاحِ أَبِيكَ ifadesi ise kuşların kanatlarının kesilmesini ve bu yüzden eskisi gibi uçamadıklarını, aciz kaldıklarını izah eder. Şiirde de şair, oğlunun ölümünden dolayı sözcüklerin bir anlam ifade etmekten aciz kaldığını vurgular.
  • الْكَانَ : كَان’nin başındaki harfi tarif (ال) daha önce bahsedilen kişiden tekrar bahsetmek için kullanılır. “الشَّخْصُ الَّذِي كَان” anlamını katar. 
  • Şair şiirde “هَا أَنْتَ” ifadesini kullandığı yerlerde oğlunun günlük hayatta yaptığı eylemleri sanki hala hayattaymış ve bizzat gözünün önünde tekrardan o eylemleri yapıyormuş gibi muzari fiil ile aktarıyor bizlere, çünkü muzari fiil olayın şimdiki zamandaki gücünü gösterir. Bu tekniği kullanarak şair, oğlunun ölümünü reddeder ve oğlunun hayatındaki bu küçük sıradan sahnelere tanık olmaya devam eder. [5]

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynakça

Şiir İçin:

Kabbânî, N. (2002) el-A’mal’uş-şi’riyyetu’l-kâmile. Beyrut: Nizâr Kabbânî Yayınları. 

[1] Barakat, A. (2020). Nizar Qabbani. Oxford: Oxford University Press.

[2], [4] Tülücü, S. (2020). KABBÂNÎ, Nizâr. TDV İslam Ansiklopedisi, Ek-1, 697.

[3] el-Halîl, M. (2005). Nizar Qabbani: From Romance to Exile. Tuscon: The University of Arizona, 7.

[5] Atum, M.; Şâk, T. A. (2009).  er-Risa fî Şiir Nizâr Kabbânî: Dirasetün Üslubiyyetün. el-’Ulum’ul-insaniyye ve’l-İctima’iyye, 36, 95-98.

Kapak Görseli:

Louis Patru / Landschap (1895-1905)

Önceki
Önceki

Kaderin Cilvesini Tavizsiz Bir Azamete Dönüştüren: Ebu’l-Ala el-Maarri’nin Şiiri ve Türkçe Çevirisi [2/2]

Sonraki
Sonraki

Mecnun-ı Leyla’nın Çöl Yoldaşı: Kaside-i Munise ve Türkçe Çevirisi [2/4]