Ahmet Şevki'nin Abdurrahman ed-Dahil'e Gazelinin İlk Kısmı ve Türkçe Çevirisi [1/4]

20. Yüzyılın usta şairlerinden, “Emîru’ş-şuarâ” unvanıyla tanınan Ahmet Şevkî’den seçtiğimiz bu şiir "Abdurrahmân ed-Dâhil’e Gazel", hem konusu bakımından hem de yapısı bakımından önemlidir. 

Şiirin konusu Endülüs Emevi Devleti'nin kurucusu Abdurrahmân ed-Dâhil. Abdurrahmân’ın kahramanlıklarına ve meziyetlerine yer verilen bu şiirin mukaddime kısmı, Arap şiir geleneğine uygun olarak konudan bağımsız bir girizgahtan oluşmaktadır.

Şiirin yapısına gelince; birçok tarihi şahsiyet hakkında manzum tarih / şiir kaleme alan Şevkî, bu tür şiirlerinde genel olarak recez usulünde yazmıştır. Abdurrahman ed-Dâhil’e dair yazdığı şiirde ise diğerlerinden farklı olarak klasik aruz vezinlerinden biri olan remel (fâilâtün fâilâtün fâilün) veznini kullanmakla beraber, şiiri çok kafiyeli şekilde kaleme almıştır. Şiirin ilk kısmını yazımızda bulabilirsiniz.

Önce Şiir

صَقْرُ قُرَيْشٍ) عَبْدُ الرَّحْمَن الدَّاخِل)

Abdurrahmân ed-Dâhil’e Gazel

مَنْ لِنِضْوٍ يَتَنَزَّى أَلَمَا

بَرَّحَ الشَّوْقُ بِهِ فِي الغَلَسِ

حَنَّ لِلْبَانِ وَنَاجَى العَلَمَا

أَيْنَ شَرْقُ الأَرْضِ مِنْ أَنْدَلُسِ

Acıdan sızlanan bülbüle kim bulur çare,

Gece karanlığında başına gelen hasretine

Dağ ve bayırla dertleşip giryan olur hep o:

Endülüs’le bir olur mu Şark diyarı

***

بُلْبُلٌ عَلَّمَهُ الْبَيْنُ الْبَيَانْ

بَاتَ فِي حَبْلِ الشُّجُونِ ارْتَبَكَا

فِي سَمَاءِ اللَّيْلِ مَخْلُوعُ العِنَانْ

ضَاقَتِ الأَرْضُ عَلَيْهِ شَبَكَا

كُلَّمَا اسْتَوْحَشَ فِي ظِلِّ الْجِنَانْ

جُنَّ فَاسْتَضْحَكَ مِنْ حَيْثُ بَكَى

ارْتَدَى بُرْنُسَهُ وَالْتَثَمَا

وخَطَا خُطْوَةَ شَيْخٍ مُرْعَسِ

ويُرَى ذَا حَدَبٍ إِنْ جَثَمَا

فَإِنِ ارْتَدَّ بَدَا ذَا قَعَسِ

Ayrılık acısı bülbüle şakımayı öğretince

acıların tuzağına takılmış kalmış

Geceleyin gökyüzünde yolunu kaybetmiş

Yeryüzü de ona bir hayli dar gelmiş

Ağacının ıssız dallarında silkindikçe

Aşka gelip ağlamaktan güler

Bürünüp abasına yüzü kapalı

İhtiyârâne yola koyulur yorgun adımlarla

Tüneyince sırtı kamburlaşır

Dikilince de göğsü kamburlaşır

***

فَمُهُ القَانِي عَلَى لَبَّتِهِ

كَبَقَايَا الدَّمِ فِي نَصْلٍ دَقِيقْ

مَدَّهُ فَانْشَقَّ مِنْ مَنْبِتِهِ

مَنْ رَأَى شِقَّيْ مَقَصٍ مِنْ عَقِيقْ

وَبَكَى شَجْوًا عَلَى شُعْبَتِهِ

شَجْوَ ذَاتِ الثُّكْلِ فِي السِّتْرِ الرَّقِيقْ

سَلَّ مِنْ فِيهِ لِسَانًا عَنَمَا

مَاضِيًا فِي البَثِّ لَمْ يَحْتَبِسِ

وَتَرٌ مِنْ غَيْرِ ضَرْبٍ رَنَّمَا

 فِي الدُّجَى أَوْ شَرَرٌ مِنْ قَبَسِ

Boğazının üzerinde kırmızı gagasındaki dili

Bir temrenin ucundaki kan izi gibi

Şakıdıkça sonuna kadar açılır

Akikten bir makasmış gibi

Ayrılık haline ağlayıp sızlanır

İnce bir tülün ardında evladına ağlayan anne gibi

Ağzını açıp savurdukça çatallı dilini

Tutmadan kendini döker içini

Onun dili ud telidir; lakin çalmadan öter gece vakti

yahut da o kor kıvılcımıdır

***

نَفَرَتْ لَوْعَتُهُ بَعْدَ الْهُدُوءْ

وَالدُّجَى بَيْتُ الجَوَى وَالْبُرَحَا

يَتَعَايَا بِجَنَاحٍ وَيَنُوءْ

بِجَنَاحٍ مُذْ وَهَى مَا صَلَحَا

سَاءَهُ الدَّهْرُ وَمَا زَالَ يَسُوء

مَا عَلَيْهِ لَوْ أَسَا مَا جَرَحَا

كُلَّمَا أَدْمَى يَدَيْهِ نَدَمًا

سَالَتَا مِنْ طَوْقِهِ وَالْبُرْنُسِ

فَنِيَتْ أَهْدَابُهُ إِلّا دَمَا

قَامَ كَالْيَاقُوتِ لَمْ يَنْبَجِسِ

Sükûnet halindeydi; hasreti coştu birden

Dertlerin çilegâhı değil miydi gece

Biri tükenmiş biri yorgun iki kanatla

Uçmaya çalışıyor aşk illetine düşeli

Onu felek yaralamış, bir değil bin defa

Açtığı yaralara çare de bulsa ne olurdu

Başını taştan taşa vura vura

Abasından, gerdanlığından kan süzülür

Ağlamaktan gözleri kanlanmış

Yekpâre bir yakut gibi

***

مَدَّ فِي اللَّيْلِ أَنِينًا وَخَفَقْ

خَفَقَانَ الْقُرْطِ فِي جُنْحِ الشَّعَرْ

فَرَغَتْ مِنْهُ النَّوَى غَيْرَ رَمَقْ

فَضْلَةَ الْجُرْحِ إِذَا الْجُرْحُ نَغَرْ

يَتَلَاشَى نَزَوَاتٍ فِي حُرَقْ

كَذُبَالٍ آخِرَ اللَّيْلِ اسْتَعَرْ

لَمْ يَكُنْ طَوْقًا وَلَكِنْ ضَرَمَا

مَا عَلَى لَبَّتِهِ مِنْ قَبَسِ

رَحْمَةُ اللهِ لَهُ هَلْ عَلِمَا

أَنَّ تِلْكَ النَّفْسَ مِنْ ذَا النَّفَسِ

Geceleyin bir "Ah" çekip ürperir

Saçlara değen küpeymişçesine

Ayrılık ona tek bir ramak bıraktı

Kan selinin ardında kalmış iz misali

O ramak da cezbelerinde tükenir

Gecenin son saatlerinde alevlenen sancı misali

Gerdanlık değil, alevdi

O boğazındaki kızıllık

Ah zavallı bir bilse

bu acıklı halinin aşktır müsebbibi

***

:قُلْتُ لِلَّيْلِ وَلِلَّيْلِ عَوَادْ

مَنْ أَخُو البَثِّ فَقَالَ: ابْنُ فِرَاقْ

قُلْتُ: مَا وَادِيهِ، قَالَ: الشَّجْوُ وَادٍ

لَيْسَ فِيهِ مِنْ حِجَازٍ أَوْ عِرَاقْ

قُلْتُ: لَكِنْ جَفْنُهُ غَيْرُ جَوَادْ

قَالَ: شَرُّ الدَّمْعِ مَا لَيْسَ يُرَاقْ

نَغْبِطُ الطَّيْرَ وَمَا نَعْلَمُ مَا

هِيَ فِيهِ مِنْ عَذَابٍ بَئِسِ

فَدَعِ الطَّيْرَ وَحَظّاً قُسِمَا

صَيَّرَ الْأَيْكَ كَدُورِ الْأَنَسِ

Aşina olduğum geceyle söyleştim

Sordum: “Derdi kimler taşır?” Dedi: “Hasret ehli”

Sordum ona: “Yeri neredir?” Dedi: “Ona her yer revâ

Hicaz ya da Irak, seçmez o mesken kendine”

"Ama” dedim, “Gözleri cömert değil yaşta”

Dedi: “Zaten en acısı akmayanı değil midir yaşların”

İşte biz hep kuşlara imreniriz

Kavrulup yandıkları acılarını bilmeden

Feleğin işidir, boşver o kuşları

Ağaç dallarını da diyarlarla hemhal eder

***

نَاحَ إِذْ جَفْنَايَ فِي أَسْرِ النُّجُومْ

 رَسَفَا فِي السُّهْدِ وَالدَّمْعُ طَلِيقْ

أَيُّهَا الصَّارِخُ مِنْ بَحْرِ الْهُمُومْ

مَا عَسَى يُغْنِي غَرِيقٌ عَنْ غَرِيقْ

إِنَّ هَذَا السَّهْمَ لِي مِنْهُ كُلُومْ

كُلُّنَا نَازِحُ أَيْكٍ وَفَرِيق

قَلِّبِ الدُّنْيَا تَجِدَهَا قِسَمًا

صُرِّفَتْ مِنْ أَنْعُمٍ أَوْ أَبْؤُسِ

وَانْظُرِ النَّاسَ تَجِدْ مَنْ سَلِمَا

مِنْ سِهَامِ الدَّهْرِ شَجَّتْهُ الْقِسِيّ

O serzenişteyken gözüm yıldızlara takılmış

uykusuzluk esaretindeydim, gözyaşlarımsa özgürce akıyor

Ey dert deryasında figan eden bülbül

Deryada boğulanların birbirine ne faydası var

Sana isabet eden ok bende nice yaralar bıraktı

İkimiz de gurbet ve firkat kurbanıyız

Dünya haline nereden baksan hep kısmet

Kâh güzellik bulursun kâh perişanlık

Bir de insan haline bak: Kurtulsa bile

Felek okundan, yay gelir yarar başını

...

Şiir Notları

1) Ahmet Şevkî Kimdir?

1868 yılında doğan Ahmet Şevkî, Hidiv Sarayı’na yakınlığıyla bilinen bir ailede dünyaya gelmiştir. İlk eğitimini aldıktan sonra mülkiye okuluna gitmiş, üniversite yıllarında ise edebi yeteneği ortaya çıkmaya başlamıştır. Sarayda memuriyete başlamasından kısa bir süre sonra Hidiv Tevfik Paşa’nın sağladığı burs ile Fransa’da hukuk tahsili yapmak üzere gönderilmiştir. 

Mısır’a döndüğünde şiir yeteneğini değerlendirmiş, Hidiv’e ve devlet ricaline methiyeler yazarak meşhur olmuştur. Bir süre sonra İstanbul’u ziyaret eden Şevkî, burada II. Abdülhamid’e methiyeler yazmış, İstanbul’u betimlediği birçok şiir kaleme almıştır. Şevkî Mısır’a döndüğünde siyaset konulu şiirlerinden dolayı 1915’te Mısır’ı himayesi altında tutan İngilizler tarafından Malta’ya sürülmüştür. Kısa bir sürgünün ardından 1919’da tekrar Mısır’a tekrar dönebilmiştir.

Şevkî ayrıca siyaset, tarih, gazel, mersiye ve naat tarzında birçok şiir kaleme almıştır. Şevkî’nin bir diğer önemli yönü de ilk Arapça manzum tiyatro yazarı olmasıdır. Şiir anlayışında genel olarak geleneksel çizgiyi koruyan Şevkî; “İhya Ekolü” olarak bilinen şiir ekolünden sayılmaktadır. 1927 yılında Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak’tan şairlerin katıldığı bir şiir festivalinde, kendisine Emîrü’ş-şuarâ (Şairlerin emiri) unvanı verilmiştir. Şairimiz 1932 yılında vefat etmiştir [1]. Şairin şiirlerinin bir kısmı Ümmü Gülsüm ve Muhammed Abdülvehhab gibi dönemin meşhur şarkıcı ve musikişinası tarafından bestelenmiş ve seslendirilmiştir.

2) Şiir Hakkında

“Duvelu’l-Arap ve Uzamâ’u’l-İslâm” adlı şiir külliyatında yayımlanan bu şiiri Şevkî, Malta sürgünündeyken kaleme almıştır. Külliyattaki diğer şiirler bir çeşit manzum tarihi olaylardan oluşurken bu şiir farklı olarak müveşşah tarzında, Endülüs şiirini andıran bir üslupta yazılmıştır. Bu başlıkta ilk kısmını çevirdiğimiz şiir, Endülüs Emevi Devleti’nin kurucusu Abdurrahmân ed-Dâhil’e methiye olarak devam eder. Şiir 132 beyitten oluşmaktadır.

İlk kısmın konudan kısmen uzak ve aşk / hasret temalı olması ise İslam öncesi şairlerinden süregelen bir gelenektir. Şiirin konusu farketmeksizin istihlâl ismi verilen girizgâh kısmında aşk, sevgili diyarından kalanlar vb. konular ele alınır. Bunun örneklerini Muallakat’tan Bürde’ye kadar her dönemde görmek mümkündür. Şiirin aruz ve kafiye yapısına baktığımızda ise klasik şiirlerden farklı olarak şiirin tamamında aynı kafiye düzeninin korunmadığını görürüz. Etkilendiğini düşündüğümüz müveşşah tarzından mülhem, farklı bölümlerde farklı kafiyeler kullanmıştır. Bununla birlikte aruz yapısını şiirin tamamında “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” vezninde olacak şekilde korumuştur.

Şiirin konusu ise Abdurrahman ed-Dâhil ve destansı kahramanlıklarıdır. Abbâsîlerin Horasan ve Kufe’de başlattıkları isyanın başarılı olmasıyla Emevi topraklarının neredeyse tamamı ele geçirilmiştir. Emevi hanedanının peşine düşen Abbâsiler; eline geçirdiklerini öldürdükleri için henüz yakalanmayan hanedan üyeleri kaçış yolu aramaya başlamışlardı. Eski halife Hişâm b. Abdülmelik’in torunu olan Abdurrahmân; kardeşi ve mevlasıyla Endülüs’e gitmeye karar verirler. Abdurrahmân, azadlı kölesini İspanya'ya göndererek, buradaki valilerden destek arar. Abdurrahmân, aradığı desteği bularak 138 / 755 tarihinde Endülüs'e ulaşır. Nihayetinde Endülüs şehirlerinin tamamını ele geçirir ve Şark'ta yıkılan Emevi hanedanının Endülüs’te 310 yıl daha sürmesini sağlar [2]. İşte şiirimizin konusu da bu başarıları elde eden Abdurrahmân ed-Dahil’e yazılmış manzum bir destandır.

Çeviri Notları

Bu şiir çevirisinde kelimeleri birebir çevirmekten ziyade bir yönden Türkçe metin içindeki anlam bütünlüğüne dikkat edilirken, bir yönden de Türkçe metni daha anlaşılır hale getirmek için bazı kalıp ve ifadeler çevirmek yerine Türkçeleştirilmiştir. Türkçeleştirmekten kastımız Türkçe muadili olan bir ifade yahut kalıbın tercih edilmesidir.

  • ٍنِضْو: Yorgunluk anlamına gelen ve genelde develere ve binek olarak kullanılan hayvanlar hakkında kullanılan bir ifadedir.
  • البَانِ وَالعَلَم: Harfi manada "Bân ağacı ve tepe" olan bu kalıbın Türkçede "dağ taş / dağ ve bayır" kalıbına muadil olduğu düşünülerek o şekilde anlam verilmiştir.
  • ٍحَدَبٍ-قَعَس: Bu kelimelerden حدب kamburluk sözcüğünü karşılarken; Türkçedeki müstakil ifadesini bulamadığımız قعس kelimesi ise tersten kamburluk / göğüs kamburuluğu anlamını karşılar.
  • أَدْمَى يَدَيْهِ نَدَماً: "Ellerini ısıra ısıra kanatmak" anlamına gelen söz, pişmanlık ifade eder. Bu ifadenin Türkçe muadilinin "başını taştan taşa vurmak" olduğu düşünülmüş ve bu şekilde çevrilmiştir.
  • َيَرْسُفُ-رَسَف: Ayağı bağlı kişinin yürüyüşü anlamına gelir; zindan ve esaretten kinayedir. Bu kelimenin bir diğer kullanışı "yavaş yürümek" anlamında olsa da bu ikinci kullanım asıl olarak birinci anlama dayanmaktadır. Yani kişinin ayağı bağlıymışçasına yavaş yürüyüşünü ifade eder.

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Şiir için:

Şevkî, A. (1970). Duvelu’l-Arap ve Uzamâ’u’l-İslâm. Beyrut: Dâru’l-kitâbi’l-Arabi, 78-86.

Sözlükler: 

ez-Zirikli, H.D. (2002). el-Alâm. Beyrut: Dâru’l-ilm lil-melêyin.

İbn Manzûr. (1993). Lisânü’l-Arab. Beyrut: Dâru Sâder.

[1] Şeşen, R. (1989). Ahmed Şevkî. TDV İslam Ansiklopedisi, 2, 136-138.

[2] Yıldız, H. D. (1988). Abdurrahman I. TDV İslam Ansiklopedisi, 1, 147-150.

Önceki
Önceki

Ahmet Behçet'in Hilalin Gözlenmesi Adlı Hikayesinden Pasajlar ve Türkçe Çevirileri

Sonraki
Sonraki

İbn Zureyk el-Bağdadi'nin Ayniyye'sinin İlk Kısmı ve Türkçe Çevirisi [1/2]