Ebu Talib’in Lamiyye Şiiri ve Türkçe Çevirisi [1/3]

Peygamber Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib’e (أَبُو طَالِب) ait olan Lâmiyye (اللاَّمِيَّة) şiiri; Kureyşlilerin Ebû Tâlib’den, Efendimiz’in kendilerine teslimini istemeleri üzerine söylenmiştir. Kureyşlilerle Ebû Tâlib arasında cereyan eden bu tartışmalar siyer kitaplarında detaylı olarak aktarılsa da bu şiirin hem bu tartışmanın edebi bir yansıması olması, hem de olaya dair ilave bilgiler içermesiyle özel bir yere sahip olduğu söylenebilir. Şiirden ayrıca dönemin yaygın inanç unsurları ve yemin çeşitlerine dair bilgilere ulaştığımız gibi, hac mevsimlerine dair betimlemelere de rastlamaktayız. 

Bütün bu hususların yanı sıra şairin Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib olmasını da göz önünde bulundurunca önemli ve özgün bir şiirle karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kısa girişi bir anekdotla noktalayalım; hicri 8. asır alimlerinden meşhur muhaddis, müfessir ve tarihçi İbn Kesîr, bu şiirin “Muallakât şiirlerinden üstün” olduğunu ifade etmektedir. [1] Bu görüş tartışmaya açık olsa da, bizlere bu şiirin Muallakât’la kıyaslanacak kadar öne çıktığını göstermesi açısından önemlidir.

https://www.youtube.com/watch?v=GA836pLdbJg
Dakika 4:25’e kadar yazımızda bulabilirsiniz.

Önce Şiir

لَامِيَّةُ أَبِي طَالِب

Ebû Tâlib’in Lâmiyye’si

خَلِيلَيَّ مَا أُذْنِي لِأَوَّلِ عَاذِلٍ

بِصَغْوَاءَ فِي حَقٍّ وَلَا عِنْدَ باَطِلِ

Dostlarım, kulak verecek değilim her azarlayıcıya

Haklı veya haksız olduğum zamanlarda

خَلِيلَيَّ إِنَّ الرَّأْيَ لَيْسَ بِشِرْكَةٍ

وَلَا نَهْنَهٍ عِنْدَ الْأُمُورِ الْبَلَابِلِ

Dostlarım, büyük ve ciddi işlerde karar

Ne ortaklaşa alınır, ne de tereddütle

وَلَمَّا رَأَيْتُ الْقَوْمَ لاَ وُدَّ عِنْدَهُمْ

وَقَدْ قَطَّعُوا كُلَّ الْعُرَى وَالْوَسَائِلِ

Görünce onlarda bize karşı dostluk emaresi olmadığını

Aramızdaki tüm bağları kopardıklarını

وَقَدْ صَارَحُونَا بِالْعَدَاوَةِ وَالْأَذَى

وَقَدْ طَاوَعُوا أَمْرَ الْعَدُوِّ الْمُزَايِلِ

Düşmanlıklarını, eziyetlerini aşikarane ettiklerini

Bize yapacaklarını azılı düşmana sorar olduklarını

وَقَدْ حَالَفُوا قَوْماً عَلَيْنَا أَظِنَّةً

يَعَضُّونَ غَيْظاً خَلْفَنَا بِالْأَنَامِلِ

Ve görünce bize karşı ittifak kurduklarını

O güvenilmez, hasedinden çatlayan toplulukla

صَبَرْتُ لَهُم نَفْسِي بِسَمْرَاءَ سَمْحَةٍ

وَأَبْيَضَ عَضْبٍ مِنْ تُرَاثِ الْمَقَاوِلِ

Durdum karşılarına, alıp mızrağımı

Kuşandım ecdad yadigarı kılıcımı

وَأَحْضَرْتُ عِنْدَ الْبَيْتِ رَهْطِي وَإِخْوَتِي

وَأَمْسَكْتُ مِنْ أَثْوَابِهِ بِالْوَصَائِلِ

Topladım yakınlarımı Kabe önünde

Tutundum da onun Yemenî örtüsünde

قِيَاماً مَعاً مُسْتَقْبِلِينَ رِتَاجَهُ

لَدَى حَيْثُ يَقْضِي نُسْكَهُ كُلُّ نَافِلِ

Birlikte yöneldik o Beyt’in kapısına

Halkın haccını eda ettiği mekana

وَحَيْثُ يُنِيخُ الْأَشْعَرُونَ رِكَابَهُمْ

بِمُفْضَى السُّيُولِ مِنْ إِسَافٍ وَنَائِلِ

Hacıların bineklerini çöktürdükleri,

Sellerin toplanıp aktığı yere, İsâf ve Nâ’ile arasına

مُوَسَّمَةَ الْأَعْضَادِ أَوْ قَصَرَاتِهَا

مُخَيَّسَةً بًيْنَ السَّدِيسِ وَبَازِلِ

O binekler ki; bacaklarından, boyunlarından damgalanmış

Altısını doldurandan diş çıkaran develere kadar hepsi eğitilmiş

تَرَى الْوَدْعَ فِيهَا وَالرُّخَامَ وَزِينَةً

بِأَعْنَاقِهَا مَعْقُودَةً كَالْعَثَاكِلِ

Boncuk, mermer taşı ve süsler boyunlarından öyle sarkar ki

Hurma salkımlarının ağaçtan sarkışı misali

أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ مِنْ كُلِّ طَاعِنٍ

عَلَيْنَا بِسُوءٍ أَوْ مُلِحٍّ بِبَاطِلِ

Sığındım Allah’a her bize kötü iftira atandan

Ya da batılda ısrar edenden

وَمِنْ كَاشِحٍ يَسْعَى لَنَا بِمَعِيبَةٍ

وَمِنْ مُلْحِقٍ فِي الدِّينِ مَا لَمْ نُحَاوِلِ

Hem dahi bizim ayıbımızı yakalamaya çalışan düşmandan

Yahut inancımız hakkında içinde olmadığımız haller isnad edenden

وَثَوْرٍ وَمَنْ أَرْسَى ثَبِيراً مَكَانَهُ

وَرَاقٍ لِبِرٍّ فِي حِرَاءٍ وَنَازِلِ

Sevr’e, Sebîr dağını yaratana

Hirâ Dağı’nı tırmanıp inene sığınırım

وَبِالْبَيْتِ رُكْنِ الْبَيْتِ مِنْ بَطْنِ مَكَّةٍ

وَبِاللهِ إِنَّ اللهَ لَيْسَ بِغَافِلِ

Mekke vadisindeki Beyt’in rüknüne

Hem Allah’a sığınırım, zira Allah olanlara şahittir

وَبِالْحَجَرِ الْمُسْوَدِّ إِذْ يَمْسَحُونَهُ

إِذَا اكْتَنَفُوهُ بِالضُّحَى وَالْأَصَائِلِ

Ve o sabah akşam etrafını sarıp

El, yüz sürdükleri Hacer-i esved'e

وَمَوْطِئِ إِبْرَاهِيمَ فِي الصَّخْرِ رَطْبَةً

عَلى قَدَمَيْهِ حَافِياً غَيْرَ نَاعِلِ

İbrahim’in yalın ayak durduğu

O yumuşak kayalığa sığınırım

وَأَشْوَاطٍ بَيْنَ الْمَرْوَتَيْنِ إِلَى الصَّفَا

وَمَا فِيهِمَا مِنْ صُورَةٍ وَتَمَاثِلِ

Safa ve Merve arasındaki mes’âya

Ve oradaki tasvir ve sanemlere sığınırım

وَمَنْ حَجَّ بَيْتَ اللهِ مِنْ كُلِّ رَاكِبٍ

وَمِنْ كُلِّ ذِي نَذْرٍ وَمِنْ كُلِّ رَاجِلِ

Beytullah’a binek üzere hac edenlere

Adak adamışlara ve yayan yol alanlara sığınırım

وَبِالْمَشْعَرِ الْأَقْصَى إِذَا عَمَدُوا لَهُ

إِلَالٍ إِلَى مُفْضَى الشِّرَاجِ الْقَوَابِلِ

Hacıların akın ede ede

İlâl’den derelere kadar doldurup taşırdıkları vakfe yerine sığınırım

وَتَوْقَافِهِمْ فَوْقَ الْجِبَالِ عَشِيَّةً

يُقِيمُونَ بِالْأَيْدِي صُدُورَ الرَّوَاحِلِ

Sığınırım akşam dağ tepelerinde

Bineklerin sırtında bekleşmelerine

وَلَيْلَةِ جَمْعٍ وَالْمَنَازِلِ مِنْ مِنَى

وَمَا فَوْقَهَا مِنْ حُرْمَةٍ وَمَنَازِلِ

Müzdelife gecesine, Minâ menzillerine

Ve oradaki mekanların hürmetine sığınırım

وَجَمْعٍ إِذَا مَا الْمُقْرَبَاتُ أَجَزْنَهُ

سِرَاعاً كَمَا يَخْرُجْنَ مِنْ وَقْعِ وَابِلِ

Sığınırım soylu atların koştuğu Müzdelife'ye

Yağmurdan kaçarcasına seğirttikleri o mevkiye

وَبِالْجَمْرَةِ الْكُبْرَى إِذَا صَمَدُوا لَهَا

يَؤُمُّونَ قَذْفاً رَأْسَهَا بِالْجَنَادِلِ

Sığınırım Cemre-i Kübrâ’ya, ki şeytan orada

Başına vurulur irili ufaklı taşlarla

وَكِنْدَةَ إِذْ هُمْ بِالْحِصَابِ عَشِيَّةً

تُجِيزُ بِهِم حُجَّاجُ بَكْرِ بْنِ وَائِلِ

Akşam vakti şeytan taşlama yerinde bulunan

Bekir b. Vail hacılarının hacılarıyla beraber geçen Kinde’ye sığınırım

حَلِيفَانِ شَدَّا عَقْدَ مَا اجْتَمَعَا لَهُ

وَرَدَّا عَلَيْهِ عَاطِفَاتِ الْوَسَائِلِ

Ki o ikisi de ahitlerine sadık müttefiklerdi

Bu ittifaklarının gereğini de yerine getirmişlerdi

وَحَطْمِهمُ سُمْرَ الرِّمَاحِ مَعَ الظُّبَا

وَإِنْفَاذِهِم مَا يَتَّقِي كُلُّ نَابِلِ

O iki müttefikin de mızraklarlarla isabet etmeleri

Okçuların çekindiği hedefleri isabet edişlerine sığınırım

وَمَشْيِهِم حَوْلَ الْبِسَالِ وَسَرْحِهِ

وَشِبْرِقِهِ وَخْدَ النَّعَامِ الْجَوَافِلِ

Acı suyun ve dikenli ağaçların kenarından,

Hızlı deve kuşları gibi geçmelerine sığınırım

فَهَلْ بَعْدَ هَذَا مِنْ مَعَاذٍ لِعَائِذٍ

وَهَلْ مِنْ مُعِيذٍ يَتَّقِي اللهَ عَادِلِ

Başka bir sığınak kaldı mı sığınan kimse için?

Var mı adaletli bir hâmî, Allah'tan korkan biri?

‎يُطَاعُ بِنَا الْأَعْدَا وَوَدُّوا لَوْ أَنَّنَا

‎تُسَدُّ بِنَا أَبْوَابُ تُرْكٍ وَكاَبُلِ

Bizim hakkımızda düşmanın fikrini alır onlar

Aslında Türk ve Kâbil sınırlarına kadar dayanmamızı isterlerler

Şiir Notları

1) Ebû Tâlib Kimdir?

Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib (أَبُو طَالِب), malum olduğu üzere Mekke’nin en soylu ailelerinden biri olan Benî Haşim’de doğmuş ve yetişmiştir. Ebû Tâlib lakabıyla bilinse de, asıl ismi hususunda tarihçiler ihtilaf etmiştir. Kimileri isminin Ebû Tâlib olduğunu söylese de, babası Abdülmuttalib’in vasiyetinde geçtiği üzere isminin Abdümenaf olduğu görüşü daha fazla kabul görmüştür. Efendimiz’den 35 yaş büyük olduğuna dair rivayet baz alınırsa hicretten 88 yıl önce doğduğu söylenebilir. 

Ebû Tâlib, babası Abdülmuttalib vefat ettikten sonra yeğeni Hz. Peygamber’e sahip çıkmış ve onu yetiştirmiştir. Efendimiz’e özel muhabbetiyle bilinen Ebû Tâlib; onu öz evlatlarından dahi çok sevmiş ve öncelemiştir. Nübüvvet sonrasında da bu sevgi ve muhabbetini esirgemeyen Ebû Tâlib, İslam’ı kabul etmese de Efendimiz’e sahip çıkmış, hatta oğulları Cafer ve Ali’ye Efendimiz’le beraber namaz kılmalarını emretmiştir. Bununla da yetinmemiş, Efendimizi Kureyş’e karşı desteklemiş ve korumuştur ve bu duruşundan dolayı çok defa eziyete maruz kalmıştır. [2]

Bugün ele aldığımız şiir, bu süreçte yazılmıştır. Şiirin içeriğinden de anlaşılacağı üzere Ebû Tâlib, Efendimiz’i korumaktan geri durmayacağını vurgulamış ve Kureyşlilerin Arap örf ve adetlerine yakışmayan çirkinliklerine de değinmiştir.

Lamiyye’nin yanı sıra birçok şiiri olmakla beraber, Ebû Tâlib hitabetiyle de tanınmıştı. Fatıma b. Esed’le evlenmeden önce kız isteme töreninde yaptığı konuşma, bu hitabet yeteneğini gösterir niteliktedir. 

Hicretten 3 yıl önce vefat eden Ebû Tâlib, ölüm döşeğindeyken Efendimiz’in ona İslam’ı kabul etme telkinine cevaben: “Ey yeğenim! Vallahi sırf seni mutlu etmek için bile bu sözü (kelime-i şehadeti) söylerdim, lakin aşiretimize laf gelsin istemem. İnsanlara ‘Ebu Tâlib ölüm korkusuyla kelime-i şehadeti söyledi’ dedirtmem.” demiştir. Bazı rivayetlerde ölmeden önce son anda ağzını oynattığını, başında bulunan ve o dönem henüz İslam’a girmeyen Hz. Abbâs’ın, onun şehadetini işittiği, Hz. Abbas’ın bu durumu Efendimiz’e aktardığı ve Efendimiz’in “Ben işitmedim” dediği nakledilse de daha sahih rivayetlerde Efendimiz’in cenazesini kılmadığı ve daha sonra Ebû Tâlib’in cehennem ehlinden olduğunu söylediği nakledilir. Bu rivayetlerin ışığında Ebû Tâlib’in, Efendimiz’i koruması ve dinini tebliğ etmesini sağlamasına rağmen kendisinin kati surette Müslüman olmadığı söylenebilir. [3]

2) Şair Bize Ne Anlatıyor?

"Akşam vakti şeytan taşlama yerinde bulunan / Bekir b. Vail hacılarının hacılarıyla beraber geçen Kinde’ye sığınırım / Ki o ikisi de ahitlerine sadık müttefiklerdi / Bu ittifaklarının gereğini de yerine getirmişlerdi"

Kinde kabilesinin Kureyş ile akrabalığı uzaktır. Zira Kinde Kahtan boyundan gelmektedir. Kureyş’in ise soyu Adnan’a dayanır. Buradan şairin akrabalığı çok uzak olan Kinde kabilesine sığındığını söylerken aynı zamanda öz kardeşlerinin ve kabilesinin ona karşı koyduğu mesafeyi ifade ettiği söylenebilir. Keza Bekr b. Vâil kabilesi de Kureyşle Nizar b. Maad. b. Adnan’da birleşmektedir, bir anlamda o da çok uzaktan akrabadır. Şairin; bu iki kabilenin ittifakını zikrederken Kureyşlilerin ona karşı durduklarına işaret ettiği söylenebilir.

Çeviri Notları

  • وَأَبْيَضَ عَضْبٍ مِنْ تُرَاثِ الْمَقَاوِلِ: Beyitte geçen المَقَاوِل kelimesi, Yemen kralları soyuna verilen isimdir. Nasıl İran hükümdarına Kisra, Bizans hükümdarına Kayser, Mısır hükümdarına Mukavkıs lakabı verilmişse Yemen hükümdarına da Kayl denmekteydi.
  • الْأَشْعَرُون: Şiirde “hacı” olarak çevirdiğimiz tabir aslında “saçlılar, saçını kesmeyenler veya saçı uzun olanlar” anlamlarına gelse de burada kastedilen hacılardır. Zira hacılar da ihramdan çıkmadan önce saçlarını kesmezler.
  • İsâf ve Nâ’ile: O dönemde Kabe’de bulunan iki put ismidir.

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Şiir için:

Ebû Tâlib, A. (1994). ed-Dîvân. Beyrut: Dâru’l-kitâbi’l-Arabi.

İbn Hişâm, A. (1955). es-Sîretü’n-Nebeviyye. Kâhire: Matba’atu Mustafa el-Bâbi el-Halebi.

İbn Kesîr, İ. (1997). el-Bidâye ve’n-Nihâye. Kâhire: Mekteb Hecer.

Süheylî. (1914). er-Rafvü’l-ünüf. Kâhire: Matba’atu’l-Cemâliyye.

[1], [3] İbn Kesîr, İ. (1997). el-Bidâye ve’n-Nihâye. Kâhire: Mekteb Hecer.

[2] Ebû Tâlib, A. (1994). ed-Dîvân. Beyrut: Dâru’l-kitâbi’l-Arabi.

Önceki
Önceki

Kaderin Cilvesini Tavizsiz Bir Azamete Dönüştüren: Ebu’l-‘Ala’ el-Ma‘arri’nin Şiiri ve Türkçe Çevirisi [1/2]

Sonraki
Sonraki

Aşkın Doğada Tezahürü: İbn Zeydun'un “Siz Unuttunuz, Bizse Aşık Kaldık Size” Adlı Şiiri ve Türkçe Çevirisi