Kaderin Cilvesini Tavizsiz Bir Azamete Dönüştüren: Ebu’l-‘Ala’ el-Ma‘arri’nin Şiiri ve Türkçe Çevirisi [1/2]

Abbâsi döneminin Rehînu’l-mahbeseyn (رَهِينُ الْمَحْبَسَيْنِ) diye tanınan aykırı şairi Ebû’l-‘Alâ el-Ma‘arrî (أَبُو الْعَلَاء الْمَعَرِّي) (biri mecburi bir ihtiyarî) iki hapishanenin esiri olarak edebiyat mahfillerine ilmi asla terk etmeyen ve yalnızca haysiyetine önem veren biri olarak kazınmıştır. Şiir ve siyasetin sarmaş dolaş olduğu bir dönemde geçimini şiirle karşılayanları ya da saraylarda methiyeler düzenleri daima yermiştir. Zaman zaman dinî görüşleri ve felsefî düşünceleri eserlerinin önüne geçen şair, kimileri için münzevi bir filozof kimileri içinse bir zındık olarak kabul edilmiş ve etkisini bugüne değin sürdürmüştür. 

Güçlü bir hafızaya ve zengin bir kelime hazinesine sahip olan Ma‘arrî’nin sizler için seçtiğimiz أَلَا فِـي سَـبِـيـلِ الْـمَـجْـدِ  “Şeref uğruna değil mi?” kasidesi fahr türünde yazdığı bir şiirdir. Düşmanlarına gözdağı verdiği, izzetinefsini dile getirdiği ve yer yer kendini övdüğü şiir, Sıkdu’z-zend (سِقطُ الزَّنْد) başlıklı divanında yer alır ve gençlik döneminin şiirlerindendir. İki kısım halinde yayınlayacağımız şiirin ilk 24 beytini sizler için hazırladık.

https://www.youtube.com/watch?v=q8y8wk1Cnv4
Dakika 3:18'e kadar yazımızda bulabilirsiniz.

Önce Şiir

أَلَا فِي سَبِيلِ الْمَجْدِ

Şeref uğruna değil mi?

أَلَا فِي سَبِيلِ الْمَجْدِ مَا أَنَا فَاعِلُ

عَفَافٌ وَإِقْدَامٌ وَحَزْمٌ وَنَائِلُ

Şeref uğruna değil mi onca yaptığım

İffetim, cesaretim, azmim ve iyiliğim?

أَعِنْدِي وَقَدْ مَارَسْتُ كُـلَّ خَفِيَّةٍ

يُصَدَّقُ وَاشٍ أَوْ يُخَيَّبُ سَائِلُ

Artık fazlasıyla tecrübe etmişken

Her yalancıya inanır, isteyeni hayal kırıklığına uğratır mıyım?

 أَقَلُّ صُدُودِي أَنَّنِي لَكَ مُبْغِضٌ

وَأَيْسَرُ هَجْرِي أَنَّنِي عَنْكَ رَاحِلُ

En ufak gönülsüzlüğüm, senden nefret etmek 

Seni terk etmek en küçük yok sayışım

إِذَا هَبَّتِ النَّكْبَاءُ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ

فَأَهْوَنُ شَيْءٍ مَا تَقُولُ الْعَوَاذِلُ

Sizinle aramızda fırtınalar kopsa

En önemsiz şey olur ayıplayanların lafları

تُـعَدُّ ذُنُوبِي عِنْدَ قَوْمٍ كَثِيرَةً

وَلَا ذَنْبَ لِي إِلَّا الْعُلَا وَالْفَوَاضِلُ

Ahali gözünde çokça sayılır günahlarım

Oysa yoktur yücelik ve faziletten başka kusurum

كأَنِّي إِذَا طُلْتُ الزَّمَانَ وَأَهْلَهُ

رَجَعْتُ وَعِنْدِي لِلْأَنَامِ طَوَائِلُ

Sanki bu yüceliklerle alt etmişim de zamanı ve ehlini

Böylece insanların kinlerine maruz kalmışım 

وَقَدْ سَارَ ذِكْرِي فِي الْبِلَادِ فَمَنْ لَهُمْ

بِإِخْفَاءِ شَمْسٍ ضَوْءُهَا مُتَكَامِلُ

Halbuki adım sanım cihanın dört bir yanına yayıldı

Işığı mütekâmil olan güneşi onlar için gizleyecek de kim?

يُهِمُّ اللَّيَالِي بَعْضُ مَا أَنَا مُضْمِرٌ

وَيُثْقِلُ رَضْوَى دُونُ مَا أَنَا حَامِلُ

İçime attıklarımın bazıları kederlendirir geceleri

Radva Dağı tahammül edemezken daha azına yaşadıklarımın

وَإِنِّي وَإِنْ كُنْتُ الْأَخِيرَ زَمَانُهُ

لَآتٍ بِمَا لَمْ تَسْتَطِعْهُ الْأَوَائِلُ

Olsam da zaman silsilesinin son ferdi

İcra ederim evvelkilerin yapamadıklarını

وَأَغْدُو وَلَوْ أَنَّ الصَّبَاحَ صَوَارِمُ

وَأَسْرِي وَلَوْ أَنَّ الظَّلَامَ جَحَافِـلُ

Keskin kılıçlar olsa da sabah, çıkarım yola erkenden

Kalabalık ordular olsa da karanlık, geceden yola düşerim

وَإِنِّي جَوَادٌ لَمْ يُحَلَّ لِجَامُهُ

وَنِضْوٌ يَمَانٍ أَغْفَلَتْهُ الصَّيَاقِلُ

Gerçi ben asil bir atım; dizginleri süslenmemiş,

Cilacıların gözünden kaçan paslı bir Yemen kılıcı

وَإِنْ كَانَ فِي لُبْسِ الْفَتَى شَرَفٌ لَهُ

فَمَا السَّيْفُ إِلَّا غِمْدُهُ وَالْحَمَائِلُ

Eğer kişinin kıyafetleri ona şeref vesilesi olsaydı

Kılıcın kıymeti kını ve bağından ibaret sayılırdı

وَلِي مَنْطِقٌ لَمْ يَرْضَ لِي كُنْهَ مَنْزِلِي

عَلَى أَنَّنِي بَيْنَ السِّمَاكَيْنِ نَازِلُ

İki parlak yıldız arasında olmama rağmen

Bir aklım var ki razı değil yüksek makamımdan

لَدَى مَوْطِنٍ يَشْتَاقُهُ كُلُّ سَيِّدٍ

وَيَقْصُرُ عَنْ إِدْرَاكِهِ الْمُتَنَاوِلُ

Aslında her efendinin arzuladığı bir makamdır o

Muvaffak olamaz onu her elde etmek isteyen

وَلَمَّا رَأَيْتُ الْجَهْلَ فِي النَّاسِ فَاشِيًا

تَجَاهَلْتُ حَتَّى ظُنَّ أَنِّيَ جَاهِلُ

İnsanlarda cehaletin yaygın olduğunu görünce

Bilmezden geldim de cahil sanıldım sonunda

فَوَا عَجَبًا كَمْ يَدَّعِي الْفَضْلَ نَاقِصٌ

وَوَا أَسَفًا كَمْ يُظْهِرُ النَّقْصَ فَاضِلُ

Ne tuhaf! Nice eksik kimse fazilet iddiasında bulunur

Ne yazık, nice faziletli ise kendini nakıs gösterir

وَكَيْفَ تَنَامُ الطَّيْرُ فِي وُكُنَاتِهَا

وَقَدْ نُصِبَتْ لِلْفَرْقَدَيْنِ الْحَبَائِلُ؟

Nasıl uyur ki yuvalarında kuşlar

İki yıldız için bile kurulmuşken tuzaklar

يُنَافِسُ يَوْمِي فِيَّ أَمْسِي تَشَرُّفًا

وَتَحْسُـدُ أَسْحَارِي عَلَيَّ الْأَصَائِلُ

Benimle şereflenmek için dünüm bugünümle çekişir

Keza gün batımları şafaklarımı kıskanır

وَطَالَ اعْتِرَافِي بِالزَّمَانِ وَصَرْفِهِ

فَلَسْتُ أُبَالِي مَنْ تَغُولُ الْغَوَائِلُ

Zamanın zorluklarıyla tanışıklığım öylesine uzun ki

Felaketlerin mahvettiği kimse umrumda değildir

فَلَوْ بَانَ عَضْدِي مَا تَأَسَّفَ مَنْكِبِي

وَلَوْ مَاتَ زَنْدِي مَا بَكَتْهُ الْأَنَامِلُ

Öyle ki kollarım kesilse üzülmez omuzlarım

Yok olsa bileğim ona ağlamaz parmaklarım

إِذَا وَصَفَ الطّائِيَّ بِالْبُخْلِ مَادِرٌ

وَعَيَّرَ قُسًّا بِالْفَهَاهَةِ بَاقِلُ

Mâdir et-Tâî’yi cimrilikle nitelediğinde

Bakîl Kus bin Sâ‘ad’yi acizlikle ayıpladığında

وَقَالَ السُّهَى لِلشَّمْسِ أَنْتِ خَفِيَّةٌ

وَقَالَ الدُّجَى يَا صُبْحُ لَوْنُكَ حَائِلُ

Sühâ yıldızı güneşe "Görünmezsin" dediğinde

Ve söylediğinde karanlık: "Ah sabah, rengin ne değişken"

وَطَاوَلَتِ الْأَرْضُ السَّمَاءَ سَفَاهَةً

وَفَاخَرَتِ الشُّهْبَ الْحَصَى وَالْجَنَادِلُ

Yeryüzü semayla ahmakça rekabet ettiğinde

Çakıl taşları ve kayalıklar göktaşlarıyla aşık attığında

فَيَا مَوْتُ زُرْ إِنَّ الْحَيَاةَ ذَمِيمَةٌ

وَيَا نَفْسُ جِدِّي إِنَّ دَهْرَكِ هَازِلُ

O vakit gel ölüm, çünkü hayat değersizdir!

Ve ey nefs ciddiye al! Çünkü vaktin azalmakta

Şiir Notları

1) Ebû’l-‘Alâ’ Ma‘arrî kimdir?

Filozof şairin (ittifak edilmemekle birlikte) Hicrî 27 Rebiulevvel 363 Cuma günü (miladî 974) doğduğu tahmin edilmektedir. Ebû’l-‘Alâ’ Ahmed b. ‘Abdullah b. Suleymân b. Muhammed et-Tenûhî el-Ma‘arrî diye tanınır. Halep vilayetinde Humus ve Hama arasında Ma‘arratu’n-Nu‘mân adında küçük bir kasabada dünyaya gelen Ma‘arrî, kadılık yapan bir dedenin ve ilim adamı bir babanın yanında yetişir. Kimi tarihçilere göre üç kimine göre dört yaşında geçirdiği çiçek hastalığıyla sol gözünü kaybetmiş ve sağ gözüne perde inmiştir. [1]

Engeline rağmen küçük yaşta ilim tahsiline başlayan şair, babasından aldığı eğitimle yetinmemiş, dönemin bilim merkezi sayılan Halep’e ilim tahsili için gitmiştir. Burada İbn Hâleveyh’in öğrencilerinden ders alan Ma‘arrî, Mütenebbî’nin şiirlerinden etkilenmiştir. İlk divanı Sıkdu’z-zend’i bu süreçte kaleme almıştır. Halep’te başladığı ilim yolculuğunu Bizans yönetimindeki Antakya’ya geçerek sürdürmüş ancak burada fazla kalmamıştır. Antakya’da Yunan felsefesine dair birçok eser okuyan şair ardından ilim için Lazkiye’ye yönelmiştir. Hristiyan teolojisine ait meselelerle ilgilendiği bu dönemi de kısa tutan Ma‘arrî, Trablus’a gitmiş ve böylece ilim yolculuğunun son durağına varmıştır. Bilâdu’ş-Şâm’a yapılan bu yolculukların tarihleri net olarak bilinmese de risalelerinde yirmi yaşından sonra öğrenim görmediğini belirtmiştir. [2]

398/1007 yılı sonlarında Bağdat’a giden Ebu’l-‘Alâ’ dil, edebiyat, fıkıh ve kelâm ilminde tanınmış âlimlerle görüşmüştür. Bir süre Dârulilim’e devam etmiş ve düşünce hayatında fırtınalar koparacak olan Hint felsefesiyle burada tanışmıştır. Bağdat’ta kaldığı sürece ilim ve felsefe meclislerine katılan, kütüphanelere giden ve bir dönem dersler de veren Ebu’l-‘Alâ’ yaklaşık bir buçuk yıl sonra (annesinin vefatıyla birlikte) memleketine dönmüş ve ölümüne kadar sürecek bir uzlete çekilmiştir. Yalnız olarak hayatını sürdüren şair, bir vejetaryen olarak yaşamıştır. Körlüğünün yanı sıra münzevi olarak yaşamasından ötürü kendisine “Rehînü’l-mahbeseyn” (رَهِينُ الْمَحْبَسَيْنِ) (iki mahpusun esiri) denilmiştir. Buna rağmen uzak bölgelerden gelen talebeleri ona yalnızlığını hissettirmemişlerdir. [3] Uzletinin sebebi hakkında birçok neden ileri sürülmüştür. Bu sebepler arasında görme engelli ve aşırı utangaç oluşu, yalnız kalmaya doğuştan meyilli oluşu, Bağdat ve Ma‘arra'da insanlardan gördüğü kötü muamele, insanların yalancı, nifak ehli ve hain oluşları, iyiliğin azalıp yerini kötülüğün alması vb. gibi nedenler sıralanmaktadır. [4]

Dâhiliği ve izzetinefsiyle daima iftihar eden bu güçlü sesin eserlerinde, uzlete çekildikten sonra karamsarlık, derin bir keder, hayatın ve insanların kötülükleri, sosyal adaletsizlikler, sorgulamalar yer almıştır. [5] 449/1057'de, Rebiulevvel ayının 2'sinde hayata gözlerini yuman Ma‘arrî, (tercih ettiği hayat gibi) gösterişsiz defnedilmeyi arzulasa da birçok edibin katıldığı bir kalabalıkla uğurlanmıştır. [6]

2) Şair Bize Ne Anlatıyor?

“Ahali gözünde çokça sayılır günahlarım / Oysa yoktur yücelik ve faziletten başka kusurum”

Bazı insanların nezdinde çokça ayıplandığını söyleyen yazar aslında düşüncelerinin, asaletinin, şerefinin günah diye sayıldığını söyler. Gerçekte aşağılık kimsenin ise kötülüğe boyun eğen, fıtratındaki kötülüğü azaltmaya çalışmayan olduğunu düşünür. [7] 

“Mâdir et-Tâî’yi cimrilikle nitelediğinde / Bakîl Kus bin Sâ‘ad’yi acizlikle ayıpladığında”

Beyitte şairin kendisini kınayanların durumunu asla gerçek olamayacak, abes bir hale benzeterek ifade ettiği görülür. Cahiliye döneminde cömertliği ve misafirperverliğiyle tanınan Hatîm et-Tâî’nin Mâdir tarafından cimrilikle kınanmasının ve döneminin önemli hatibi ve şairi Kus Bin Sâ‘ide el-İyâdê’nin mesellere konu olmuş Bakîl tarafından acizlikle ayıplanmasının ne kadar yersiz olduğunu vurgulayarak düşmanlarının kendisini kınayışının da ne kadar anlamsız olduğunu anlatır. Çünkü Mâdir, Benî Hilâl kabilesinden cimriliğiyle meşhur olmuş biridir ve Bakîl ise İyâd kabilesinden meramını anlatamayan, konuşmaktan aciz bir adamdır. [8]

“Keskin kılıçlar olsa da sabah, çıkarım yola erkenden / Kalabalık ordular olsa da karanlık, geceden yola düşerim”

Şair iradesinin ne kadar güçlü olduğunu ve kararlılığını resmettiği bu beyitte, herhangi bir işe karar verdiğinde ya da bir işe giriştiğinde hiçbir şeyin onu alıkoyamayacağını ifade eder. Bu durumu ise çift yönlü bir benzetmeyle kullanmayı tercih eder. Kılıcın parlaklığına benzettiği sabah bir yandan da kılıç gibi korkutucudur. Gece siyahlığıyla kalabalık ordulara benzetilirken öte yandan ürperticidir. Vaziyet ne kadar bilinmez ve kötü olsa da onu hiçbir şey kararlılığından vazgeçiremez. [9]

Çeviri Notları

  • السِّمَاكَيْنِ: es-Simâku’l-E‘zal ve es-Simâk’ur-Râmih Başak takımyıldızının ikili yıldız sistemidir. Takımyıldızının gece görülen en parlak yıldızlarıdır. Bu iki yıldızın ismini ifade etmek yerine “iki parlak yıldız” şeklinde çevirmeyi tercih ettik.
  • إِنَّ دَهْرَكِ هَازِلُ: Cümlesindeki هَازِلُ kelimesi şakacı, alaycı manasına geldiği gibi zayıflayan, bir deri bir kemik kalan manasını da taşır. İfadeyi cümlede “azalan” şeklinde tercüme ettik.
  • زَنْدِي: Kelimesi kolun dirsek ile bile arasındaki kısmını ifade etmektedir. Şiirde “bileğim” şeklinde kullandık.
  • فَرْقَدَيْنِ: Kuzey kutup yıldızı ve yönlendirdiği daha küçük bir yıldızla birlikte iki yıldız diye anılmaktadır.

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Şiir için:

el-Ma'arrî, E.-'. (1998). Dîvânu's-Sakti'z-Zend (şrh: Farûk et-Tebbâ'). Beyrut, Lübnan: Dâru'l-Erkam

[1] Tammâra, M. H. (2006, Yaz). Ebu'l-'Alâ' el-Ma'arrî. Nüsha, s. 113-134.

[2], [4], [6] Düzgün, O. (2011). Ebu'l-'Alâ el-Ma'arrî'nin Luzûmiyyât'ında Toplum, Aile ve Din (Doktora Tezi). Doktora Tezi . Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatı Anabilim Dalı Arap Dili ve Edebiyatı.

[3] Halifât, S. (1994). Ebü'l-Alâ el-Maarrî. TDV İslam Ansiklopedisi,20,287-891: https://islamansiklopedisi.org.tr/ebul-ala-el-maarri adresinden alındı

[5] Dayf, Ş. (1990). 'Asru'd-Duveli ve'l-İmârâti'ş-Şâm, 166-178. Kahire: Dâru'l-Me'ârif.

[7] el-Ma'arrî, E.-'. (1998). Dîvânu's-Sakti'z-Zend (şrh: Farûk et-Tebbâ'). Beyrut, Lübnan: Dâru'l-Erkam.

[8], [9] el-Tibrîzî, e.-B. e.-H. (1985). Şurûhu Sıktı'z-Zend (thk. Mustafâ es-Sekkâ vd.). Kahire, Mısır: Dâru'l-Kutub.

Kapak Görseli:

Paul Jean Baptiste Lazerges / Camel Train by Moonlight (1899)

Önceki
Önceki

Hayat Felsefem: Ahmet Hasan ez-Zeyyat'tan Alıntılar ve Türkçe Çevirileri

Sonraki
Sonraki

Ebu Talib’in Lamiyye Şiiri ve Türkçe Çevirisi [1/3]