Mustafa Lutfi el-Menfeluti'den Alıntılar ve Türkçe Çevirileri

19. ve 20. yy Mısır edebiyatında büyük bir yankı uyandırmış olan Menfelûti (المَنْفَلوطِي), her ne kadar bir şair de olsa düz yazılarıyla şöhret bulmuştur. Yazılarının buluştuğu ortak zemin ise sosyal ve ahlaki meselelerdir. Yazılarını ilk defa, yakın arkadaşı Şeyh Ali Yusuf’un çıkardığı el-Müeyyed gazetesinde “el-Usbûiyyât” başlığı altında haftalık olarak yayımlamıştır. Ardından Menfelûtî bu başlığı “en-Nazarât” olarak değiştirmiştir. Yazarın yayımladığı yazılar daha sonra aynı başlıkla kitap olarak basılmıştır. Ayrıca yazarın kısa öykülerini topladığı el-Aberât adında bir eseri de bulunmaktadır.

Yazımızda paylaşmış olduğumuz alıntıları Menfelûtî'nin bu iki eserinden seçtik. Buyurun, hep birlikte Menfelûti’nin ziyafetine konuk olalım.

Önce Alıntı:

 :الشَّقَاءُ

السَّبَبُ في شَقَاءِ الإِنْسَانِ أَنَّهُ دَائِماً يَزْهَدُ في سَعَادَةِ يَوْمِهِ، وَيَلْهُو عَنْهَا بِمَا يَتَطَلَّعُ إِلَيْه مِنْ سَعَادَةِ غَدِهِ، فَإِذَا جَاءَ غَدُهُ اِعْتَقَدَ أَنَّ أَمْسَهُ كَانَ خَيْراً مِنْ يَوْمِهِ، فَهُوَ لا يَنْفَكُّ شَقِيّاً فِي حَاضِرِهِ وَمَاضِيهِ

Bedbahtlık:

İnsanın bedbaht oluşunun sebebi şudur ki; O bugünkü mutluluğundan imtina eder ve yarınki mutluluğumu kovalayayım derken, bugünkünü hepten terk eder. Ertesi güne erişince de, dünün bugünden çok daha iyi olduğunu düşünüp durur. Böylece hem şu anında hem de geçmişinde bedbaht olmayı sürdürür.

الكَلِمَات / النَّظَرَات / ص. 682

الأَشْقِيَاءُ في الدُّنْيَا كَثِيرٌ، وَأَعْظَمُهُمْ شَقَاءً ذَلِكَ الحَزِينُ الصَّابِرُ الذي قَضَتْ عَلَيْهِ ضَرُورَةٌ مِنْ ضَرُورَاتِ الحَيَاةِ أَنْ يَهْبُطَ بِآلَامِهِ وَأَحْزَانِهِ إلى قَرَارَةِ نَفْسِهِ فَيُودِعُهَا هُنَاكَ، ثُمَّ يَغْلِقُ دُونَهَا بَابًا مِن الصَّمْتِ وَالْكِتْمَانِ، ثُمَّ يَصْعَدُ إلى النَّاسِ بَاشَّ الوَجْهِ بَاسِمَ الثَّغْرِ مُتَطَلِّقًا مُتَهَلِّلًا، كَأَنَّهُ لَا يَحْمِلُ بَيْنَ جَنْبَيْهِ هَمًّا وَلَا كَمْدًا 

Dünyada çokça bedbaht vardır. Bunların en bedbahtı ise gamlı ve sabırlı kimsedir ki, hayat şartları onu acı ve hüzünlerini ruhunun derinliklerine indirmeye mecbur etmiştir. Bırakır onları orada ve ardından sessizlik ve gizlilik kapısını kilitler üzerine. Sonra, sanki bunca sıkıntı ve kederi o taşımıyormuş gibi neşeli bir eda ve coşkun bir gülümseme ile insanların yanına gider.

الضَّحِيّة / العَبَرَات / ص. 145

:أَيُّهَا القَمَرُ المُنِير

إِنَّ بَيْنِي وَبَيْنَكَ شَبَهًا وَاتِّصَالاً، أنْتَ وَحِيدٌ فِي سَمَائِكَ وَأنا وَحِيدٌ فِي أَرْضِي كِلَانَا يَقْطَعُ شَوْطَهُ صَامِتًا هادئًا مُنْكَسِرًا حَزِينًا، لا يَلْوِي عَلَى أَحَدٍ وَلَا يَلْوِي أَحَدٌ عَلَيْهِ، وكِلَانَا يَبْرُزُ لِصَاحِبِهِ في ظُلْمَةِ اللَّيْلِ فَيُسَايِرُهُ ويُنَاجِيهِ

Ey ışık saçan ay!

Aramızda bir benzerlik ve bir bağ var ki; sen kendi gökyüzünde, ben ise kendi yeryüzümde yapayalnızım. İkimiz de sessiz, sakin, kırgın ve mahzun yol almaktayız. Ne dönüp birine bakıyoruz, ne de başkası bize bakmakta. İkimiz de gecenin karanlığında birbirimiz için beliriyor, beraberce yol alıp hemhâl oluyoruz.

مناجاة القمر / النَّظَرَات / ص. 61-62

لَمْ أَعِشْ مِنْ تِلْكَ الأَعْوَامِ الطِّوَالِ الَّتِي عِشْتُهَا في هَذا الْعَالَمِ إلَّا عَاماً وَاحِداً، مَرَّ بِي كَمَا يَمُرُّ النَّجْمُ الدَّهْرِيُّ فِي سَمَاءِ الدُّنْيَا لَيْلَةً وَاحِدَةً، ثُمَّ لَا يَرَاهُ النَّاسُ بَعْدَ ذَلِكَ

Bu dünyada geçirdiğim o uzun seneleri yaşamadım ki ben. Bir sene hariç… O da, kadîm bir yıldızın tek bir gecede dünya semasından gidişi gibi geçip gitti benden. Sonra da bir daha gören olmadı onu.

الهَاوِيَة / العَبَرَات / ص. 71

مِنَ الْعَجْزِ أَنْ يَزْدَرِيَ المَرْءُ نَفْسَهُ فَلاَ يُقِيمُ لَهَا وَزْنًا، وَأَنْ يَنْظُرَ إِلَى مَنْ هُوَ فَوْقَهُ مِنَ النَّاسِ نَظْرَ الحَيْوَانِ الأَعْجَمِ إلى الحَيَوَانِ النَّاطِقِ، وعِنْدِي أَنَّ مَنْ يُخْطِئُ فِي تَقْدِيرِ قِيْمَتِهِ مُسْتَعْلِيًا، خَيْرٌ مِمَّنْ يُخْطِئُ في تَقْدِيرِها مُتَدَلِّيًا، فَإِنَّ الرَّجُلَ إِذَا صُغِرَتْ نَفْسُهُ فِي عَيْنِ نَفْسِهِ يَأبَى لَهَا مِنْ أَحْوَالِهِ وأَطْوَارِهِ إلاَّ مَا يُشَاكِلُ مَنْزِلَتَهَا عِنْدَهُ، فَتَرَاهُ صَغِيرًا فِي عِلْمِهِ، صَغِيرًا فِي أَدَبِهِ، صَغِيرًا فِي مُرُوءَتِهِ وَهِمَّتِهِ، صَغِيرًا فِي مُيُولِهِ وأَهْوَائِهِ، صَغِيرًا فِي جَمِيعِ شُئُونِهِ وَأعْمَالِهِ، فَإِنْ عَظُمَتْ نَفْسُهُ عَظُمَ في جَانِبِهَا كُلُّ مَا كَانَ صَغِيرًا في جَانِبِ النَّفْسِ الصَّغِيرَةِ

Kişinin kendini küçük görüp kıymet vermemesi acziyetin tezahürüdür. Ve yine daima kendinden yüksekteki insanlara bakması da -ki konuşamayan hayvan da konuşana (insan) bakıp durur-  acziyettendir.

Benim nazarımda kendine olduğundan fazla değer biçen, kendini olduğundan küçük görenden evlâdır. Şayet bir kimse, bizâtihî kendi nazarında kendini oturttuğu konumla bağdaşmayan hal ve tavırlarını inkar ederek kendini küçültmüş ise, sen onun her halinde ve işinde küçük olduğunu görürsün: ilminde, ahlakında, mertliğinde ve gayretinde, istek ve arzularında…

Eğer ki kişinin kendi yücelirse onunla beraber tüm bunlar da yücelir.

النُّبُوغ / النَّظَرَات / ص. 238

إنَّنِي شَقِيْتُ حِينَ عَلِمْتُ، وَكُنْتُ سَعِيدًا قَبْلَ أنْ أَعْلَمُ

Bildim de bedbaht oldum, bilmezken mutlu idim.

الأَرْبَعُون / النَّظَرَات / ص. 719

وَمَتَى كَانَتْ هَذِهِ الحَيَاةُ مَوْطِناً لِلسَّعَادَةِ أَوْ مُسْتَقَرًّا لَهَا؟! ومَتَى سَعِدَ أَبْنَاؤُهَا بِهَا فَنَسْعَدُ مِثْلَهُمْ كَمَا سَعِدُوا؟! وَإِنْ كَانَ لَا بُدَّ مِنْ سَعَادَةٍ فِي هَذِهِ الْحَيَاةِ، فَسَعَادَتُهَا أَنْ يَعِيشَ الْمَرْءُ فِيهَا مُعْتَقِداً أَن لَا سَعَادَةَ فِيهَا، لِيَسْتَطِيعَ أَنْ يَقْضِيَ أَيَّامَهُ المُقَدَّرَةَ لَهُ عَلى ظَهْرِهَا هَادِئَ القَلْبِ، سَاكِنَ النَّفْسِ، لا يُكَدِّرُ عِيشَهُ أَمَلٌ كَاذِبٌ، وَلَا رَجَاءٌ خَائِبٌ

Bu hayat ne zaman bir saadet yurdu ve konağı olmuş ki? Ne zaman bu hayatın evlatları mutlu olmuş ki, biz de onlar gibi mesûd olalım? Şayet bu hayatta mutluluk denen bir şey var ise, o da kişinin bu dünyada saadetin olmadığını bilmesinden ibarettir. Böylece ömrünü huzurlu bir kalp, sakin bir ruh ile geçirebilir ve yaşamını boş bir hayal, nihayetsiz bir beklenti perdelemez.

الشُهَداء / العبرات / ص. 32

فَإِنَّمَا نَحْنُ أَحْيَاءٌ بِالْآمَالِ وَإِنْ كَانَتْ بَاطِلَةً، وسُعَدَاءُ بِالْأَمَانِيِّ وَإِنْ كَانَتْ كَاذِبَةً

Biz umutlarla yaşarız; boş olsa da. Arzularla mutlu oluruz; aldatıcı olsa da.

الغَد / النظرات / ص. 50

يَقُولُونَ: أَشْقَى النَّاسِ فِي هَذِهِ الْحَيَاةِ العُقلَاءُ، وَيَقُولُونَ: مَا لَذَّةُ الْعَيْشِ إِلَّا لِلْمَجَانِين

Derler ki: “Bu dünyada insanların en bedbahtı, akıllı olanlardır.” Ve yine derler ki: “Hayatın lezzeti yalnızca deliler içindir.”

الحَيَاة الشعرية / النظرات / ص. 410

Alıntı Notları

1) Mustafa Lutfi el-Menfelûtî Kimdir?

1876 yahut 1872 yılında Mısır’ın Asyût ilinin Menfelût ilçesinde doğan Menfelûti’nin tam adı Seyyid Mustafâ Hasen Lutfî el-Menfelûti’dir [1]. Çok küçük yaşta hafız olmuş ve Ezher’de çeşitli ilimler tahsil etmiştir. Yine hayatının erken dönemlerinde edebiyatla tanışmış ve bu ilgisini ölünceye kadar diri tutmuştur [2]. Menfelûti üniversite yıllarında Muhammed Abduh ile tanışmış ve onun yanında çeşitli ilmî ve dinî dersler okumuştur. Bu derslerin tek meyvesi Menfelûti’nin gelişen ilmî, fikrî ve edebî kişiliği değildir. Aynı zamanda hocasıyla aralarında yakın bir ilişki hasıl olmuştur. Abduh, Menfelûti’yi edebiyata devam etmesi için çokça teşvik etmiştir. Bu birliktelik, 1905 yılında Abduh’un vefatıyla nihayete ermiştir. Ardından Menfelûti Ezher’den ayrılmış ve birkaç sene sakin bir hayat sürmüştür. Menfelûti’nin toplum tarafından tanınması ise, 1907 senesinde el-Müeyyed gazetesinde yazdığı yazılarla olmuştur. en-Nazarât adıyla yayımladığı bu yazılarda içtimai ve ahlaki meseleleri ele almıştır.  

İlk evliliğini Ezher’de okuduğu yıllarda yapmış ve beş çocuk sahibi olmuştur. Ne var ki zaman onu büyük bir imtihana tâbi tutmuş ve beş evladını da kaybetmiştir. 1910 senesinde, eşini de kaybetmesinin ardından ikinci bir evlilik yapmıştır. Bu evlilikten de önceki gibi beş evladı olmuştur. Menfelûti vefatından iki ay evvel bir felç geçirmiş ve nihayet 1924’te hayata gözlerini yummuştur [3]

Menfelûti'nin son derece merhametli ve ince ruhlu olduğundan bahsedilir [4]. Toplumun içine düştüğü sıkıntı ve zulmet onu derinden etkilemiş, bu durumun ortadan kalkabilmesi için azami gayret göstermiştir. Bu süreçte kalemi onun en büyük silahı olmuştur. Çeşitli vesilelerle, halkı bilinçlendirecek toplumsal eleştirileri konu alan yazılar yayımlamıştır. 

Edebiyat dünyasına şiirleriyle giriş yapan Menfelûti, daha sonra düz yazıya geçiş yapmış ve düz yazılarıyla ünlenmiştir. Aynı zamanda literatüre, Batı edebiyatından çeşitli çeviriler de kazandırmıştır.

2) Yazar Bize Ne Anlatıyor?

Kişinin kendini küçük görüp kıymet vermemesi acziyetin tezahürüdür. Ve yine daima kendinden yüksekteki insanlara bakması da -ki konuşamayan hayvan da konuşana (insan) bakıp durur-  acziyettendir. Benim nazarımda kendine olduğundan fazla değer biçen, kendini olduğundan küçük görenden evlâdır. Şayet bir kimse, bizâtihî kendi nazarında kendini oturttuğu konumla bağdaşmayan hal ve tavırlarını inkar ederek kendini küçültmüş ise, sen onun her halinde ve işinde küçük olduğunu görürsün: ilminde, ahlakında, mertliğinde ve gayretinde, istek ve arzularında…

İnsan ekseriyetle kendi kıymetini takdir etmekte cimridir. Cimri olduğu gibi, sabit fikirlidir de. Benim kabım budur diyerek çok daha küçük bir kavanoza sarılır ve kendini o küçük kavanoza sığdırmaya çalışır. O kadar inanmıştır ki kendisinin o küçük kap kadar olduğuna, dışarıda kalan parçalarını “bunlar benim değil, ben bu değilim” diyerek reddeder. Kendi kendini alçaltır, kıymetsizleştirir. Kendini o küçük kaba layık görenin her işi de, o küçük kap mesabesinde olur. Aşamaz kendini, küçük düşünür, küçük görür, küçük adımlar atar, cılız yüreklidir. 

Kendini çok yüceltmek de bir hatadır, ancak bu kendini alçaltmak kadar zarar veremez insana. Aksine, insan yüceldikçe her işi de yücelir.

Çeviri Notları

  • نظرَ الحيوانِ الأَعْجَمِ إلى الحيوان النَّاطِقِ: Türkçe’de bilindiği üzere “hayvan-ı nâtık”, düşünen/ konuşan canlı manasında “insan” için kullanılan bir ibaredir.

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Yazımızda en-Nazarât adlı eserde yer alan alıntılar için; 1984 yılında Dâru’l-cîl tarafından Müellefat Mustafa Lutfi el-Menfeluti el-Kâmile el-Mevdûiyye adıyla basılan eseri kaynak olarak kullandık.

el-Aberât adlı eserden yaptığımız alıntılar için ise kitabın; Dâr'ul-hudâ el-Vataniyye tarafından yayımlanan baskısını kullandık.

[1] Durmuş, İ. (2004). Menfelûtî, Mustafa Lutfî. TDV İslâm Ansiklopedisi içinde. Erişim adresi TDV İslâm Ansiklopedisi. 

[2] Aclan, A. (1977) el-Menfeluti ve Eserihi fi Edebi’l hadîs; Fikran ve Uslûben, İskenderiye: Dar Loran Yayınları, 3-4.

[3] Durmuş, a.g.e. 

[4] Ubeyd, A. (1922) Meşahir Şuara el-Asr fi’l-aktar el-Arabiyye es-Selase; Mısır ve Suriye ve el-Irak. Matbaa Terakki, 320.

Not: el-Aberât kitabı Selahattin Hacıoğlu tarafından Acılar Kitabı ismiyle Türkçe’ye çevrilmiştir.

Önceki
Önceki

Ebu’l Beka er-Rundi’nin “Endülüs Ağıtı” Adlı Şiirinin İkinci Kısmı ve Türkçe Çevirisi [2/3]

Sonraki
Sonraki

Nizar Kabbani'nin "Belkıs Kasidesi" Adlı Şiirinin Son Kısmı ve Türkçe Çevirisi [4/4]