Nizar Kabbani'nin "Belkıs Kasidesi" Adlı Şiirinin Son Kısmı ve Türkçe Çevirisi [4/4]

Nizar Kabbani, 1981 yılında bir bombalı saldırıda kaybettiği eşi Belkıs’ın ardından Belkıs Kasidesi’ni kaleme almıştır. Şairin yaşadığı derin elemin yanında, tarihin ve siyasetin çirkin yüzünü de gözler önüne seren bu şiirin dördüncü ve son kısmını sizler için derledik.

Henüz okumadıysanız;

Şiirin ilk kısmı / ikinci kısmı/ üçüncü kısmı

https://www.youtube.com/watch?v=H2QHgVrsUUI&feature=emb_title
Dakika 8:58’den itibaren yazımızda bulabilirsiniz. [Çevirimizin bir kısmı şairin divanında yer almakla beraber seslendirmede bulunmamakta.]

Önce Şiir

قَصِيدَةُ بَلْقِيس

Belkıs Kasidesi

...

بَلْقِيس، أَنْتِ بِشَارَتِي الكُبْرَى

فَمَنْ سَرَقَ البِشَارَة؟

أَنْتِ الكِتَابَةُ قَبْلَمَا كَانَتْ كِتَابَة

أَنْتِ الجَزِيرَةُ وَالمَنَارَة

بَلْقِيس

يَا قَمَرِي الذِي طَمَرُوهُ مَا بَيْنَ الحِجَارَة

الآن تَرْتَفِعُ السِّتَارَة

الآن تَرْتَفِعُ السِّتَارَة

...

Belkıs, sensin en büyük müjdem

Müjdemi kim çaldı?

Sen, yazı var olmadan önceki yazısın

Adasın sen, ve bir deniz feneri

Belkıs:

Ey taşların arasına gömdükleri ay parçam

Şimdi kalkıyor perde

Şimdi kalkıyor perde

سَأَقُولُ فِي التَحْقِيقِ

إِنِّي أَعْرِفُ الأَسْمَاءَ... والأَشْيَاءَ... والسُّجَنَاءَ

وَالشُّهَدَاءَ... وَالفُقَرَاءَ... وَالمُسْتَضْعَفِين

وَأَقُولُ إِنِّي أَعْرِفُ السَّيَّافَ  قَاتِلَ زَوْجَتِي

وَوُجُوهَ كُلِّ المُخْبِرِين

وَأَقُولُ: إِنَّ عَفَافَنَا عَهْرٌ

وَتَقْوَانَا قَذَارَةٌ

وَأَقُولُ: إِنَّ نِضَالَنَا كَذِبٌ

وَأَنْ لَا فَرْقَ

مَا بَيْنَ السِّيَاسَةِ وَالدَّعَارة

Sorguda şöyle diyeceğim:

Ben biliyorum o isimleri… olayları… mahkumları…

Şehitleri… garipleri… mazlumları…

Karımın celladını tanıdığımı söyleyeceğim

Ve tüm muhbirlerin yüzlerini...

Ve diyeceğim: Bizim namusumuz zinadır

Takvamız ahlaksızlıktır

Ve diyeceğim: Bizim mücadelemiz düzmecedir

Ve hiçbir fark yoktur

Siyaset ve fuhuş arasında

سَأَقُولُ فِي التَحْقِيقِ

إِنِّي قَدْ عَرَفْتُ القَاتِلِين

وَأَقُولُ

إِنَّ زَمَانَنَا العَرَبِيَّ مُخْتَصٌّ بِذَبْحِ اليَاسَمِين

وَبِقَتْلِ كُلِّ الأَنْبِيَاء

وَقَتْلِ كُلِّ المُرْسَلِين

Sorguda şöyle diyeceğim:

Katillerin kim olduğunu öğrendim

Ve şöyle diyeceğim:

Biz Arapların tarihi yaseminlerin katlinde uzmandır

Ve tüm peygamberlerin katlinde

Tüm elçilerin

حَتَّى العُيُونُ الخُضْرُ

يَأْكُلُهَا العَرَبُ

حَتَّى الضَفَائِرُ وَالخَوَاتِمُ

وَالأَسَاوِرُ... وَالمَرَايَا... وَاللُّعَبُ

حَتَى النُجُومُ تَخَافُ مِنْ وَطَنِي

وَلَا أَدْرِي السَّبَب

حَتَّى الطُّيُورُ تَفِرُّ مِنْ وَطَنِي

وَلَا أَدْرِي السَّبَب

حَتَّى الكَوَاكِبُ... وَالمَرَاكِبُ... وَالسُحُبُ

حَتَّى الدَفَاتِرُ... وَالكُتُبُ

وَجَمِيعُ أَشْيَاءِ الجَمَالِ

جَمِيعُهَا... ضِدَّ العَرَبِ

Yeşil gözleri...

tüketiyor Araplar

saç örgülerini ve yüzükleri bile

bilezikleri... aynaları... ve oyuncakları…

Yıldızlar bile korkuyor vatanımdan

ve sebebini bilmiyorum

Kuşlar bile kaçıyor vatanımdan

ve sebebini bilmiyorum...

Gezegenler, uzay gemileri ve bulutlar

hatta defterler ve kitaplar

ve güzelliğin tüm unsurları

Hepsi… Araplara karşı

لَمَّا تَنَاثَرَ جِسْمُكِ الضَّوْئِيُّ

يَا بَلْقِيسُ

لُؤْلُؤَةً كَرِيمَةْ

فَكَّرْتُ: هَلْ قَتْلُ النِّسَاءِ هِوَايَةٌ عَرَبِيَّةٌ

أَمْ أَنَّنَا فِي الأَصْلِ، مُحْتَرِفُو جَرِيمَةٍ ؟

بَلْقِيسُ

يَا فَرَسِي الجَمِيلَة... إِنَّنِي

مِنْ كُلِّ تَارِيخِي خَجُولٌ

هَذِي بِلَادٌ يَقْتُلُونَ بِهَا الخُيُول

هَذِي بِلَادٌ يَقْتُلُونَ بِهَا الخُيُول

مِنْ يَوْمِ أَنْ نَحَرُوكِ

يَا بَلْقِيسُ

يَا أَحْلَى وَطَنٍ

لَا يَعَرِفُ الإِنْسَانُ كَيْفَ يَعِيشُ فِي هَذَا الوَطَنِ

لَا يَعْرِفُ الإِنْسَانُ كَيْفَ يَمُوتُ فِي هَذَا الوَطَنِ

Işıldayan bedenin saçıldığında

Ah Belkıs...

Ey değerli inci

Düşündüm de: Acaba kadınları öldürmek bir Arap hobisi mi?

Yoksa biz aslında suç işlemede ustalaştık mı?

Belkıs...

Ey güzel kısrağım

Ben tüm tarihimden utanıyorum

Burası atların öldürüldüğü topraklar

Burası atların öldürüldüğü topraklar

Seni katlettikleri günden de (utanıyorum)

Ah Belkıs…

Ey en güzel vatan

İnsan bu vatanda nasıl yaşanır bilemiyor

Nasıl ölünür bilemiyor insan bu vatanda

مَا زِلْتُ أَدْفَعُ مِنْ دَمِي...

أَعْلَى جَزَاء...

كَيْ أُسْعِدَ الدُنْيَا... وَلَكِنَّ السَمَاء

شَاءَتْ بِأَنْ أَبْقَى وَحِيداً...

مِثْلَ أَوْرَاقِ الشِّتَاءِ

Hala kanımla ödüyorum

En üstün bedeli

Dünyayı mutlu etmek için

Ama gökyüzü yalnız kalmamı istiyor

Kış mevsiminde yapraklar gibi

هَلْ يُولَدُ الشُّعَرَاءُ مِنْ رَحِمِ الشَّقَاء؟

وَهَل القَصِيدَةُ طَعْنَةٌ

فِي القَلْبِ... لَيْسَ لَهَا شِفَاء؟

أَمْ أَنَّنِي وَحْدِي الذِي

عَيْنَاهُ تَخْتَصِرَانِ تَارِيخَ البُكَاءِ؟

Izdırabın rahminden şairler doğar mı?

Peki kaside kalpte bir (bıçak) yarası mı

Dermanı olmayan...

Yoksa yalnız ben miyim

gözleri ağlamanın tarihini özetleyen?

سَأَقُولُ فِي التَّحْقِيقِ

كَيْفَ غَزَالَتِي مَاتَتْ بِسَيْفِ أَبِي لَهَبٍ

كُلُّ اللُّصُوصِ مِنَ الخَلِيجِ إِلَى المُحِيطِ

يُدَمِّرُونَ... وَيَحْرِقُونَ

وَيَنْهَبُونَ... وَيَرْتَشُونَ

وَيَعْتَدُونَ عَلَى النِّسَاء

كَمَا يُرِيدُ أَبُو لَهَبٍ

كُلُّ الكِلَابِ مُوَظَّفُونَ

وَيَأْكُلُونَ

وَيَسْكَرُونَ

عَلَى حِسَابِ أَبِي لَهَبٍ

لَا قَمْحَةٌ فِي الأَرْضِ

تَنْبُتُ دُونَ رَأْيِ أَبِي لَهَبٍ

لَا طِفْلَ يُولَدُ عِنْدَنَا

إِلَّا وَزَارَتْ أُمُّهُ يَوْماً

فِرَاشَ أَبِي لَهَبٍ

لَا سِجْنَ يُفْتَحُ

دُونَ رَأْيِ أَبِي لَهَبٍ

لَا رَأْسَ يُقْطَعُ

دُونَ أَمْرِ أَبِي لَهَبٍ

Sorguda şöyle diyeceğim:

Ceylanım nasıl öldü Ebu Leheb’in kılıcıyla?

Körfezden okyanusa tüm hırsızlar...

Tahrip ediyor… Yakıyor...

Yağmalıyor... Rüşvet yiyor...

Ve kadınlara saldırıyorlar...

Ebu Leheb’in istediği şekilde...

Bütün köpekler memur

yiyorlar

ve sarhoş oluyorlar

Ebu Leheb’in hesabına

Hiçbir buğday tanesi

Ebu Leheb’e sorulmadan filizlenmez

Bizde hiçbir çocuk doğmaz

ki annesi bir gün...

Ebu Leheb'in yatağına girmiş olmasın!

Hiçbir hapishane açılmaz

Ebu Leheb’in kararı olmadan

Hiçbir baş kesilmez

Ebu Leheb’in emri olmadan...

سَأَقُولُ فِي التَّحْقِيقِ

كَيْفَ أَمِيرَتِي اغْتُصِبَتْ

وَكَيْفَ تَقَاسَمُوا فَيْرُوزَ عَيْنَيْهَا

وَخَاتَمَ عُرْسِهَا

وَأَقُولُ كَيْفَ تَقَاسَمُوا الشَّعْرَ الذِي

يَجْرِي كَأَنْهَارِ الذَّهَبِ

سَأَقُولُ فِي التَّحْقِيقِ

كَيْفَ سَطَوْا عَلَى آيَاتِ مُصْحَفِهَا الشَرِيفِ

وَأَضْرَمُوا فِيهِ اللَّهَب

سَأَقُولُ كَيْفَ اسْتَنْزَفُوا دَمَهَا

وَكَيْفَ اسْتَمْلَكُوا فَمَهَا

فَمَا تَرَكُوا بِهِ وَرْداً... وَلَا تَرَكُوا عِنَب

Sorguda şöyle diyeceğim:

İffeti nasıl çiğnendi prensesimin

Nasıl bölüştüler gözlerinin mavisini

Ve evlilik yüzüğünü

Ve anlatacağım nasıl bölüştüklerini

Altın nehirler gibi akan saçını

Ve sorguda şöyle diyeceğim:

Nasıl çaldılar Mushaf-ı Şerif'indeki ayetleri

Ve onu ateşe attılar

Kanını nasıl emdiklerini anlatacağım

ve nasıl sahip olduklarını dudaklarına

Ne gül bıraktılar ne üzüm...

هَلْ مَوْتُ بَلْقِيسٍ

هُوَ النَّصْرُ الوَحِيدُ

بِكُلِّ تَارِيخِ العَرَبِ؟

بَلْقِيسُ

يَا مَعْشُوقَتِي حَتَّى الثُّمَالَة

Belkıs’ın ölümü müydü

tek zafer...

bütün Arap tarihinde?

Ah Belkıs

Ey kendimden geçecek kadar aşık olduğum kadın

الأَنْبِيَاءُ الكَاذِبُون

يُقَرْفِصُونَ

وَيَرْكَبُونَ عَلَى الشُّعُوبِ

وَلَا رِسَالَة

لَوْ أَنَّهُمْ حَمَلُوا إِلَيْنَا

مِنْ فِلِسْطِينَ الحَزِينَةِ

نَجْمَةً

أَوْ بُرْتُقَالَةً

لَوْ أَنَّهُمْ حَمَلَوا إِلَيْنَا

مِنْ شَوَاطِئِ غَزَّةٍ

حَجَراً صَغِيراً

أَوْ مَحَارَةً

لَوْ أَنَّهُمْ مِنْ رُبْعِ قَرْنٍ حَرَّرُوا

زَيْتُونَةً

أَوْ أَرْجَعُوا لَيْمُونَةً

وَمَحَوْا عَنِ التَّارِيخِ عَارَهُ

لَشَكَرْتُ مَنْ قَتَلُوكِ... يَا بَلْقِيسُ

يَا مَعْشُوقَتِي حَتَّى الثُمَالَة

لَكِنَّهُمْ تَرَكُوا فِلِسْطِيناً

لِيَغْتَالُوا غَزَالَة

Yalancı peygamberler

Bağdaş kurmuş

Oturuyorlar kalabalıkların üzerine

Getirdikleri bir vahiy de yok

Eğer bize getirselerdi

mahzun Filistin’den

bir yıldız

yahut bir portakal...

Eğer ki

Gazze sahillerinden

bir küçük taş

ya da bir istiridye getirselerdi

Eğer ki bir zeytinliği özgürleştirselerdi

çeyrek yüzyıl için

ya da bir limonu geri getirselerdi

tarihten utancını silselerdi

seni öldürenlere teşekkür ederdim... Ah Belkıs

Ey kendimden geçecek kadar aşık olduğum kadın

fakat onlar bir Filistin feda ettiler

bir ceylanı katletmek için!

مَاذَا يَقُولُ الشِّعْرُ، يَا بَلْقِيسُ

فِي هَذَا الزَمَانِ؟

مَاذَا يَقُولُ الشِّعْرُ؟

فِي العَصْرِ الشُّعُوبِيِّ

المَجُوسِيِّ

الجَبَانِ

وَالعَالَمُ العَرَبِيُّ

مَسْحُوقٌ... وَمَقْمُوعٌ

وَمَقْطُوعُ اللِّسَانِ

نَحْنُ الجَرِيمَةُ فِي تَفَوُّقِهَا

فَمَا (العِقْدُ الفَرِيدُ) وَمَا (الأَغَانِي)؟

Ne diyor şiir, Belkıs...

bu zamanda?

Şiir ne diyor?

Bu milliyetçi asırda

bu Mecusi

ve korkak (asırda)

Arap dünyası

Ezilmiş... Bastırılmış...

Ve dili koparılmış

Biz suç işlemede en üstün olanlarız

Ikdu’l-Ferid ve Eğani nedir ki?

أَخَذُوكِ أَيَّتُهَا الحَبِيبَةُ مِنْ يَدِي

أَخَذُوا القَصِيدَةَ مِنْ فَمِي

أَخَذُوا الكِتَابَةَ... وَالقِرَاءَةَ

وَالطُفُولَةَ... وَالأَمَانِي

Aldılar seni elimden ey sevgilim

Dilimden o kasideyi çekip aldılar

Yazmayı ve okumayı aldılar...

Çocukluğu ve hayalleri

بَلْقِيسُ... يَا بَلْقِيسُ

يَا دَمَعاً يُنَقِّطُ فَوْقَ أَهْدَابِ الكَمَانِ

عَلَّمْتُ مَنْ قَتَلُوكِ أَسْرَارَ الهَوَى

لَكِنَّهُمْ... قَبْلَ انْتِهَاءِ الشَّوْطِ

قَدْ قَتَلُوا حِصَانِي

Belkıs... Ah Belkıs...

Ey kemanın kirpiklerinden damlayan gözyaşı

Seni öldürenlere sevginin sırlarını öğrettim

Fakat onlar… devrenin bitiminden önce

Atımı öldürdüler

بَلْقِيسُ

أَسْأَلُكِ السَمَاحَ، فَرُبَّمَا

كَانَتْ حَيَاتُكِ فِدْيَةً لِحَيَاتِي

إِنِّي لَأَعْرِفُ جَيِّدا

أَنَّ الذِينَ تَوَرَّطُوا فِي القَتْلِ، كَانَ مُرَادُهُمْ

أَنْ يَقْتُلُوا كَلِمَاتِي

نَامِي بِحِفْظِ الله... أَيَّتُهَا الجَمِيلَةُ

فَالشِّعْرُ بَعْدَكِ مُسْتَحِيلٌ

وَالأُنُوثَةُ مُسْتَحِيلَةٌ

Belkıs,

Senden af diliyorum

Belki de hayatın, hayatımın kefaretiydi

Şimdi çok iyi anlıyorum ki

Cinayete karışanların amacı

Kelimelerimi katletmekmiş!

Allah’ın korumasında uyu ey güzel kadın

Senden sonra şiir imkânsız

Kadınlık da imkânsız

سَتَظَلُّ أَجْيَالٌ مِن الأَطْفَالِ

تَسْأَلُ عَنْ ضَفَائِركِ الطَوِيلَةِ

وَتَظَلُّ أَجْيَالٌ مِن العُشَّاقِ

تَقْرَأُ عَنْكِ... أَيَّتُهَا المُعَلِّمَةُ الأَصِيلَةُ

وَسَيَعْرِفُ الأَعْرَابُ يَوْماً

أَنَّهُمْ قَتَلُوا الرَسُولَة

قَتَلُوا الرَسُولَة

ق .. ت .. ل .. و .. ا

ال .. ر .. س .. و .. ل .. ة

Çocuklar, nesiller boyu

Senin uzun saç örgülerini sormaya devam edecek

Aşıklar da nesiller boyu

Seni okuyacak... Ey asil öğretmen

Ve Araplar bir gün bilecek

Bir elçiyi katlettiklerini

Bir elçiyi katlettiler

B  i  r     e  l  ç  i  y  i

K  a  t  l  e  t  t  i  l  e  r

Şiir Notları

1) Filistin Devriminin Gülü: Belkıs

Iraklı bir diplomat olan Belkıs er-Ravi, 1981 yılında Lübnan’ın Irak Büyükelçiliğinde yaşanan patlamada vefat etmiştir. Bu patlama; Arap dünyasında geniş yankılar uyandırmış, siyasi ve hukuki soruşturmaları beraberinde getirmiştir.

Eşi Nizar Kabbani’nin, Belkıs’ın ölümünün ardından öğrendiği bazı gerçekler vardır. Belkıs, 1968 yılında Ürdün’de gerçekleşen Kerame Savaşı’nda (معركة الكرامة) Filistin askerleriyle aynı cephede İsrail güçlerine karşı savaştığını eşinden 12 yıl boyunca saklamıştır. FKÖ lideri Yâsir Arafat, Belkıs’ın ölümünün ardından gözyaşı dökmüş ve ona “Filistin devriminin gülü” ismini vermiştir.

Beyrut’taki patlamanın zanlılarından biri olan Ebu Mehdi el-Mühendis’in 3 Ocak 2020’de ABD tarafından Bağdat’ta düzenlenen saldırıda Kasım Süleymani ile birlikte öldürülmesi sonucu, Belkıs er-Ravi ve nicesinin intikamının alındığı düşünülmüştür ve bu olay sevinçle karşılanmıştır.

2) Şair Bize Ne Anlatıyor?

"Sorguda şöyle diyeceğim:/ Ben biliyorum o isimleri… olayları… mahkumları…/ şehitleri…garipleri… mazlumları…/ Karımın celladını tanıdığımı söyleyeceğim/ Ve tüm muhbirlerin yüzlerini…"

Nizar Kabbani, eşinin kim tarafından ve neden öldürdüğünü çok iyi bilmektedir. Katillere duyduğu kin ve öfke bu olayı onun için bir ölümden öteye taşımıştır. Bu dizelerle adeta, bu ölüme ve nicesine sebep olanların suçluluğuna tanıklık edeceğini haykırır.

yıldızlar bile korkuyor vatanımdan/ ve sebebini bilmiyorum/ kuşlar bile kaçıyor vatanımdan/ sebebini bilmiyorum…/ … / Ve güzelliğin tüm unsurları/ hepsi… Araplara karşı”

Şair böyle bir cinayetin yaşanmış olmasından öylesine utanç duyar ki, Arapları suçlamaktan kendini alamaz. Bu suçlama tüm Arap milletini suçlamaktan ziyade, zamana hakim olan Arap milliyetçiliğine bir tepkidir. İç savaşlar, çatışmalar cinayetler… Yaşanan tüm bu felaketleri görmezden gelip milliyetçilik bayrağına sarılanlarla tamamen zıt görüştedir şair.

“Ben tüm tarihimden utanıyorum/ Burası atların öldürüldüğü topraklar/ Burası atların öldürüldüğü topraklar/ Seni katlettikleri günden de (utanıyorum)”

Bu topraklar, insana yoldaşlığıyla bilinen atların dahi öldürülüşüne sahne olmuştur. Şair zulmün, savaşın, dökülen kanın her çeşidinden bitap düşmüştür.  Şimdiye dek kazanılmış zaferlerin dökülen kanlara değmediğini düşünür ve tarihin çirkin yüzü onu derin bir utanca sürükler.

“Hiçbir hapishane açılmaz/ Ebu Leheb’in kararı olmadan / Hiçbir baş kesilmez/ Ebu Leheb’in emri olmadan…”

Gelmiş geçmiş tüm zalimleri Ebu Leheb’in şahsında birleştiren şair, bu yolla zulmün tek bir fikir olduğunu düşünür. Tüm zalimler Ebu Leheb kadar zalimdir ona göre, zulmün azı çoğu yoktur.

“Yalancı peygamberler.../ Bağdaş kurmuş/ Oturuyorlar kalabalıkların üzerine/ Getirdikleri bir vahiy de yok”

Nizar Kabbani, Arapların bu duruma gelmesine sebep olan bütün zalim liderleri yalancı peygamberlere benzetir. Yalan söyleyerek elde ettikleri liderlik vasfıyla halkın üzerinde tahakküm kuran ve insanlara faydadan çok zarar veren siyasi liderler düşünüldüğünde, bu benzetme çok makul görünmektedir.

Çeviri Notları

  • كذب: “yalan” anlamına gelir. Şiirin akışına uygun olarak “bizim mücadelemiz düzmecedir” şeklinde çevirdik.
  • مراكب: Hem “gemiler” hem de “uzay gemileri” anlamında kullanılmaktadır. Öncesinde gezegen anlamına gelen “كواكب” kelimesi geçtiği için, “uzay gemisi” şeklinde çevirmeyi tercih ettik.
  • شقاء: “sıkıntı, zorluk” anlamlarına gelen bu kelime için “ızdırap” kelimesini kullandık.
  • دون رأي أبي لهب: “Ebu Leheb’in görüşü/fikri olmadan” demektir. Şiir boyunca iki defa kullanılan bu kalıp için “Ebu Leheb’e sorulmadan” ve “Ebu Leheb’in kararı olmadan” çevirilerini tercih ettik.
  • فيروز عينيها: “Gözlerinin firuzesi” anlamına gelir. Firuze, rengi gök mavisinden yeşile çalan bir taştır. Türkçe’de turkuaz rengini karşılayan bu rengi şiirde, “gözlerinin mavisini” şeklinde çevirdik.
  • الثمالة: “kalıntı, artık” anlamındadır. İçki şişesinin dibine kadar içilmesi sonucu sarhoş olmayı ifade eden  حتى الثمالة  ise bir kalıp olarak “sarhoş olana kadar” demektir. Biz bu anlamı “kendimden geçecek kadar” şeklinde tercüme ettik.
  • العقد الفريد: İbn Abdürabbih’in (ö. 328/940) ansiklopedik eseri.
  • الأغاني: Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin (ö. 356/967), Emevî ve Abbâsî dönemlerinde yaşayan şarkıcı ve bestekârlar ile onların şarkı ve besteleri hakkında bilgi vermek için kaleme aldığı meşhur eseri. 
  • الأماني: “temenniler, dilekler” anlamına gelen bu kelimeyi öncesinde geçen çocuklukla bağlantılı olarak “hayaller” şeklinde çevirmeyi tercih ettik.
  • نامي بحفظ الله: “Allah’ın emanetinde, korumasında uyu” anlamına gelen bu cümleyi “Allah’ın korumasında uyu” şeklinde çevirdik.

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

[1] Çağlar, F. "Kral Hüseyin Savaş Bölgesinde", Mecra (31 Ağustos 2020).

[2] eş-Şek‘a, M. M. (1999). "İbn Abdürabbih", Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi içinde (Cilt 19, ss.281-283). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı

[3] Jabber, F. (1973). "The Arab Regimes and the Palestinian Revolution", 1967-71. Journal of Palestine Studies, 2(2), 79-101.

[4] Kılıç, H. (1994). "Ebü'l-Ferec el-İsfahânî", Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi içinde (Cilt 10, ss.316-318). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı

[5] Tülücü, S. (2011). "Nizâr Kabbânî ve Eserleri Üzerine Notlar" Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 35, 25-38.

Önceki
Önceki

Mustafa Lutfi el-Menfeluti'den Alıntılar ve Türkçe Çevirileri

Sonraki
Sonraki

Ebu'l Beka er-Rundi'nin "Endülüs Ağıtı" Adlı Şiirinin İlk Kısmı ve Türkçe Çevirisi [1/3]