Necib Mahfuz'un Nekahet Günlerinde Düşler Adlı Eserinden Pasajlar ve Türkçe Çevirileri

Necîb Mahfûz’un hayatını incelediğimizde yaşamı boyunca farklı; ancak birbirini besleyen birçok sektörde çalıştığını ve döneminin önemli edebi çehrelerinden biri olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. İlk gençlik yıllarının ardından edebi kimliğini netleştirmeye başlamış ve 2006’da yaşamını yitirene kadar toplumcu gerçekçi çizgisiyle Mısır’ın sevilen ama sıkça da eleştirilen isimlerinden biri olmuştur. 1988’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasının ardından Hürriyet Gösteri Sanat Edebiyat Dergisinde Murat Bardakçı ile yaptığı röportajda bu ödülün yalnızca kendisine değil, Mısır’a ve tüm Arap edebiyatına ait olduğunu söylemiştir [1]. Bu söylemi, bir edebiyatçı olarak Necîb Mahfûz’u özetler niteliktedir. Necîb Mahfûz Mısır’ı yazdı. Kahire’nin mahallelerinde geçen çocukluğu, kişiliği gibi edebiyatının da yapıtaşıydı. Ailesinden, mahallesinden, eğitiminden ve en önemlisi yurttaşlarından beslendi. Biz de sizlere Mahfûz’un yaşarken yayımlanan son telifi Ahlâmu Fetreti’n-nekâhe’den (أحلام فترة النقاهة) üç rüya çevirdik. Yazar, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bu rüyaları Nısfu’d-Dünya isimli gazetede parça parça yayımlamıştır. Sayısı beş yüzü aşan bu rüyalar Ahlâmu Fetreti’n-nekâhe ile Ahlâmu Fetreti’n-nekâhe: el-Ahlâmu’l-Ahîra olarak iki farklı kitapta toplanmıştır.

Önce Yazı

أَحْلاَمُ فَتْرَةِ النَّقَاهَةِ

Nekahet Günlerinde Düşler

حُلْمُ 24

قَرَّرْتُ إِصْلاحَ شَقَّتِي بِالإِسْكَنْدَرِيَّةِ بَعْدَ غِيَابٍ لَيْسَ بِالقَصِيرِ، وَجَاءَ العُمَّالُ وَفِي مُقَدِّمَتِهِم المُعَلِّمُ وَبَدَأَ العَمَلُ بِنَشَاطٍ مَلْحوظٍ، وَحَانَتْ مِنّي اِلْتِفاتَةٌ إِلى شَابٍّ مِنْهُمْ فَشَعَرْتُ بِأَنَّني لا أَرَاهُ لِأَوَّلِ مَرَّةٍ، وَسَرَتْ في جَسَدي قُشَعْرِيرَةٌ عِنْدَمَا تَذَكَّرْتُ أَنَّني رَأَيْتُهُ يَوْمًا في شَارِعٍ جانِبِيٍّ يُهَاجِمُ سَيِّدَةً وَيَخْطِفُ حَقيبَتَها وَيَلوذُ بِالفِرارِ، وَلَكِنّي لَمْ أَكُنْ عَلى يَقينٍ وَسَأَلْتُ المُعَلِّمَ عَنْ مَدَى ثِقَتِهِ بِالشَّابِ دونَ أَنْ أُشْعِرَ الشَّابَّ بِذَلِكَ فَقالَ لي المُعَلِّمُ

إِنَّهُ مَضْمونٌ كَالجُنَيْهِ الذَّهَبِ فَهُوَ ابْني وَتَرْبِيَةُ يَدي. وَاسْتَقَرَّ قَلْبي إِلى حِينٍ، وَكُلَّما وَقَعَ بَصَري عَلى الشّابِّ اِنْقَبَضَ صَدْري، وَطَلَبًا لِلْأَمانِ فَتَحْتُ إِحْدى النَّوافِذِ المُطِلَّةِ عَلى الشَّارِعِ الذَّي يَعْمَلُ فيهِ كَثيرونَ مِمَّنْ أَعْرِفُهُمْ وَيَعْرِفونَني، وَلَكِنّي رَأَيْتُ حَارَةَ الجَرَاجِ التَّي تُطِلُّ عَليْها شَقَّتي بِالقاهِرَةِ فَعَجِبْتُ لِذَلِكَ وَازْدادَ انْقِباضي، وَجَرى الوَقْتُ وَاقْتَرَبَ المَساءُ، فَطالَبْتُهُمْ بِإِنْهاءِ عَمَلِ اليَوْمِ قَبْلَ المَساءِ لِعِلْمي بِأَنَّ الكَهْرَباءَ مَقْطوعَةٌ بِسَبَبِ طولِ غِيابي عَنِ الشَّقَّةِ

فَقالَ الشّابُّ: «لا تَقْلَقْ.. مَعي شَمْعَةٌ».. فَساوَرَني شَكٌّ بِأَنَّ الفُرْصَةَ سَتَكونُ مُتاحَةً لِنَهْبِ ما خَفَّ وَزْنُهُ، وَبَحَثْتُ عَنِ المُعَلِّمِ فَقيلَ لي إِنَّهُ دَخَلَ الحَمّامَ، وَانْتَظَرْتُ خُروجَهُ وَقَلَقي يَتَزايَدُ، وَتَصَوَّرْتُ أَنَّ غِيابَهُ في الحَمّامِ مُؤامَرَةٌ وَأَنَّني وَحيدٌ في وَسَطِ عِصابَةٍ. وَنادَيْتُ عَلى المُعَلِّمِ وَنُذُرُ المَساءِ تَتَسَلَّلُ إِلى الشَّقَّةِ

RÜYA 24

Uzun süredir uğramadığım İskenderiye’deki dairemde tadilat yapmaya karar verdim. İşçiler başlarında ustalarıyla gelip canla başla işe koyuldular. Gözüm aralarından bir gence takıldı ve aniden onu ilk defa görmediğime dair bir hisse kapıldım. Onu bir gün yolda bir kadına saldırarak çantasını çaldığını ve ardından gözden kaybolduğunu gördüğümü hatırlayınca ürperdim. Yine de tam emin olamadım. Gence hissettirmeden ustaya ona ne kadar güvendiğini sordum. 

-Kendisi altın cüneyh kadar güvenilir. Zaten benim oğlum, ben yetiştirdim onu, dedi. Kalbim bir süreliğine yatışsa da genci her gördüğümde içim sıkılıyordu. Güvende hissedeyim diye birbirimizi tanıyıp bildiğimiz insanların çalıştığı sokağa bakan pencereyi açtım ama gördüğüm Kahire’deki dairemin manzarası olan el-Garaj mahallesiydi. Afalladım, içim daha da sıkıldı. Zaman ilerledi, akşam olmak üzereydi. Bu yüzden işçilerden hava kararmadan paydos etmelerini istedim. Çünkü biliyordum ki uzun süredir daireye uğramadığım için elektrikler kesikti. İsteğime karşılık genç, “Telaşlanma… Bende mum var…” dedi.Bunun üzerine içime bir şüphe düştü: Acaba bu durum tam da gencin evden bir şeyler yürütmek için kullanacağı uygun bir fırsat mıydı? Derhal ustayı aramaya koyuldum ama bana lavaboya girdiği söylendi. Onun lavabodan çıkmasını beklerken benim de tedirginliğim artıyordu. Neden sonra bunun bir tezgah olduğunu ve bir çetenin ortasında yapayalnız kaldığımı düşünüp evhamlandım. Ben ustaya seslenirken akşamın habercisi karartılar da daireden içeri sızıyordu.

حُلْمُ 26

جَمَعَنا مَقْهىً بَلَدِيٌّ، وَقَصَّ عَلَيْنا صَاحِبي قِصَّةً بُوليسِيَّةً مِنْ تَأْليفِهِ.. وَقُبَيْلَ الخِتامِ دَعانا إِلى الكَشْفِ عَنِ القاتِلِ. وَمَنْ نَجَحَ دَفَعَ لَهُ صَاحِبي ثَمَنَ طَلَبِهِ، وَوُفِّقْتُ إِلى الإِجابَةِ الصَّحيحَةِ وَسَعِدْتُ بِذَلِكَ غايَةَ السَّعادَةِ. وَبَعْدَ ساعَةٍ اسْتَأْذَنْتُ في العَوْدَةِ إِلى بَيْتي. وَلِانْشِغالي بَنَجاحي تُهْتُ فَسِرْتُ في طُرُقٍ حَتّى وَجَدْتُ نَفْسي أَخيرًا أَمامَ المَقْهى مِمّا أَثارَ ضَحِكَ الجَميعِ، وَتَطَّوَعَ أَحَدُهُمْ فَأَوْصَلَني إِلى بَيْتي وَوَدَّعَني وَانْصَرَفَ. بَيْتي مُكَوَّنٌ مِنْ طابِقٍ واحِدٍ وَحَديقَةٍ صَغيرَةٍ وَشَرَعْتُ في خَلْعِ مَلابِسِي ولَمَّا صِرْتُ بِمَلاَبِسِي الدّاخِلِيَّةِ لاحَظْتُ أَنَّ خَطًّا مِنَ التُّرابِ يَتَساقَطُ مِنْ أَحَدِ أَرْكانِ الغُرْفَةِ.. وَكانَ هَذا المَنْظَرُ قَدْ وَرَدَ في القِصَّةِ التَّي أَلَّفَها صاحِبُنا وَكانَ نَذيرًا بِسُقوطِ البَيْتِ عَلى مَنْ فيهِ فَبَكَيْتُ أَنَّ بَيْتي الصَّغيرَ سَيَنْقَضُّ فَوْقَ رَأْسي. وَمَلَكَني الفَزَعُ فَغادَرْتُ البَيْتَ بِسُرْعَةٍ وَلَهْوَجَةٍ وَاسْتِزادَةً في الأَمانِ اِنْطَلَقْتُ بَعيدًا عَنِ البَيْتِ بَأَقْصى سُرْعَةٍ في الهَواءِ الطَلْقِ

Rüya 26:

Bir kıraathanede toplandık. Arkadaşım bize, yazdığı polisiye hikayeyi okudu ve sonuna gelmeden bizden katili bulmamızı istedi. Doğru tahmin edenin hesabını o ödeyecekti. Doğru cevabı ben verince çok mutlu oldum. Bir süre sonra eve gitmek için müsaade istedim. Başarımı düşünmekle meşgulken yolumu kaybettim ve sonunda kendimi yine kıraathanenin önünde bulana kadar yürüyüp durdum. Bu halim herkesi güldürdü. İçlerinden biri beni eve kadar geçirmeye gönüllü oldu. Veda edip yanımdan ayrıldı. Evim tek kattan ve küçük bir bahçeden ibaretti. Kıyafetlerimi çıkarmaya başladım ve üzerimde yalnızca iç çamaşırlarım kaldığında odanın bir köşesinden dökülen toprak parçalarını fark ettim. Bu sahne arkadaşımızın yazdığı hikayede de geçiyordu ve evin içinde bulunanların tepesine yıkılacağına alâmetti. Küçük evim başıma yıkılacağı için ağladım. Korkuya kapılıp evden apar topar çıktım. Daha güvende hissetmek için açık havada evden son sürat uzaklaştım.

حُلْمُ 70

نَادَانِي الشَّوْقُ لِرُؤْيَةِ الأَحْبَابِ فَتَوَجَّهْتُ صَوْبَ الحَيِّ العَتيقِ. وَكَالعادَةِ قَطَعْتُ الطَّريقَ مَشْيًا عَلى الأَقْدامِ، حَتّى بَدَا لي البَيْتُ القَديمُ وَذِكْرَياتُهُ، وَلَمْ أُضَيِّعْ وَقْتًا فَأَخَذْتُ في الصُّعودِ نَحْوَ الطّابِقِ الثّالِثِ وَالأَخِيرِ، وَلَكِنْ دَهَمَني إِرْهاقٌ غَيْرُ يَسيرٍ عَنْدَ مُنْتَصَفِ السُّلَّمِ جَعَلَني أُفَكِّرُ في تَأْجِيلِ الرِّحْلَةِ لَوْلا أَنَّ طَبْعي يَأْبى التَّراجُعَ، وَبِجَهْدٍ جَهيدٍ واصَلْتُ الصُّعودَ حَتّى بَلَغْتُ البَسْطَةَ الثّالِثَةَ، وَمِنْ مَوْقِفي الجَديدِ لاحَ لي بابُ الشَّقَّةِ غارِقًا في الصَّمْتِ وَالسُّكونِ، فَعَلِمْتُ أَنَّهُ لَمْ يَبْقَ مِنَ الصُّعودِ سِوى عَشْرِ دَرَجاتٍ هُنَّ خِتامُ السُّلَّمِ لَكِنّي لَمْ أَرَ دَرَجَةً واحِدَةً، وَوَجَدْتُ مَكانَها هُوَّةً عَميقَةً فَخَفَقَ قَلْبي خَوْفًا عَلى آلِ البَيْتِ

وَمَعَ أَنَّ الوُصولَ باتَ مُتَعَذِّرًا إِلّا أَنّي لَمْ أَلْتَفِتْ إِلى الوَرَاءِ، وَلَمْ أُفَكِّرْ في التَّراجُعِ، بَلْ وَلَمْ أَفْقِدِ الأَمَلَ، وَجَعَلْتُ أَلْصِقُ بَصَري بِالبابِ الغارِقِ في الصَّمْتِ وَالسُّكونِ وَأَنا أُنَادِي، وَأُنَادِي، وَأُنَادِي مِنْ الأَعْمَاقِ

Rüya 70:

İçimde dostlarımı görme isteği hasıl olunca eski mahalleme doğru yola koyuldum. Eski evim anılarıyla beraber görünene dek âdetim olduğu üzere yolu yürüyerek katettim. Vakit kaybetmeden üçüncü ve sonuncu kata çıkmaya başladım. Merdiveni yarıladığımda üzerime ağır bir bitkinlik çöktü. Tabiatımda pes etmek olsa bu kısa gezintiyi ertelemeyi düşünürdüm. Ama binbir güçlükle de olsa üçüncü sahanlığa ulaşana dek çıkmaya devam ettim. Durduğum yerden sessizliğe gömülmüş dairenin kapısı görünüyordu. O an kalan son on basamağın tek birinin bile var olmadığını fark ettim. Basamakların olması gereken yerde derin bir boşluk görünce evdekilere duyduğum endişeden dolayı yüreğim kabardı. Artık daireye ulaşmam imkansız hale gelmişti ama yine de arkama dönüp bakmadım. Geri dönmeyi düşünmemiş, umudumu da kaybetmemiştim. Gözümü sessizliğe gömülmüş kapıya dikerek tâ en derinlerden haykırdım, haykırdım, haykırdım…

Pasaj Notları

1) Necîb Mahfûz Kimdir?

Yolu Arapça ile az ya da çok kesişmiş herkesin ilk duyduğu isimlerden biridir Necîb Mahfûz. Bu şöhrette 1988’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olması büyük rol oynar şüphesiz. Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Arap olan Mahfûz bu başarısıyla sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada ve bilhassa Batı’da Arap edebiyatına olan merakı tetiklemiştir. Peki, Necîb Mahfûz Arap edebiyatı için neden önemlidir? Yaşadığı dönemde ve halen edebiyat camiası için tartışma götürmez bir kalem midir? 

1911’de Mısır’da el-Cemâliyye semtinde doğan Necîb Mahfûz’un asıl adı Necîb Mahfûz Abdülaziz İbrahim Ahmed el-Paşa’dır; Abdülaziz İbrahim babasının, Necîb Paşa Mahfûz ise doğumunu gerçekleştiren doktorun adıdır [2]. İlk eserlerini tam adıyla yayımlasa da bir süre sonra hocasının teklifi üzerine Necîb Mahfûz ismini kullanmaya başlamıştır [3]. Kahire Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almıştır. Yüksek lisansına da aynı bölümde devam etmiş ancak İslam Felsefesinde Estetik (الجمال في الفلسفة الإسلامية) adlı tezini nihayete erdiremeden çalışma hayatına atılmıştır [4]. Felsefe eğitimi almasında, dönemindeki fikir adamlarının etkisi büyüktür. Zira Mahfûz; Menfelûtî, Tâhâ Hüseyin, Selâme Mûsâ ve Abbâs Mahmûd Akkâd gibi isimlerin fikri ve felsefi düşüncelerinden etkilenmiştir [5]. “Necîb Mahfûz’un asıl tesirlerinde kaldığı, düşünce yapısının ve kişiliğinin oluşumunda rol oynadıkları bilinen en önemli Arap yazarları Abbâs Mahmûd el-Akkâd ile Tâhâ Hüseyin’dir. Bizzat kendisi yazarlığı Akkâd’dan, akılcılığı ve Batı ile verimli iletişim kurmayı Tâhâ Hüseyin’den öğrendiğini söylemiştir.” [6] Üniversite yıllarında ise edebiyata olan ilgisi artmış ve felsefenin yanı sıra edebiyat eğitimi de almak istemiştir ancak dönemin üniversite yönetmeliği buna izin vermediği için bu arzusunu gerçekleştirememiştir [7]

Necîb Mahfûz 1938-1945 yılları arasında Evkaf Bakanlığı sekreteri olarak çalışmış ardından aynı bakanlığın farklı bir biriminde 1954’e kadar görev almıştır [8]. 1954’te buradaki görevinden ayrılıp Kültür Bakanlığı’nda Sinema Eserlerini İnceleme Dairesi başkanı olmuş, ardından 1971’deki emekliliğine kadar burada sinemadan sorumlu danışman olarak çalışmıştır [9]

Felsefe ve edebiyat okumalarıyla geçen ilk gençlik yıllarının ardından Mahfûz, yirmili yaşlarının ilk yarısında edebiyatta ustalaşmak istediğine karar vermiştir. O zamanlar Mısır aydınının fikri düşüncesine antik Mısır yahut Firavunculuk taraftarlığı hakimdir. Mahfûz da edebi yazılarında kullanmak üzere antik Mısır tarihi okumalarına yönelerek ilk romanı olan Abesu’l-akdâr’ı kaleme almıştır. Yazar aynı minvalde birkaç öykü ve roman daha kaleme aldıktan bir süre sonra “tarihin kendisi için öldüğünü” anlayarak toplumsal gerçekçi kurmaca eserler yazmaya yönelmiştir [10]. Zukâku’l-midak, Beyne’l-kasreyn, Kasrü’ş-şevk ve es-Sükkeriyye bu eserlerin arasındadır. 1959’da el-Ehrâm  gazetesinde tefrikasına başladığı Evlâdu Hâretinâ adlı romanı; el-Liss ve’l-kilâb (1961), es-Summân ve’l-harîf (1962), et-Tarîk (1964), eş-Şehhâz (1965), Sersera Fevka’n-Nîl (1966) ve Mirâmâr (1967) gibi sembolik romanlarının başlangıcıdır. “Mahfûz’un 1988 yılı Nobel Edebiyat ödülünü almasında bu sembolik romanların büyük payı vardır.” [11]
Evlâdû Hâratinâ romanı toplumsal ve dini değerlere aykırı içeriği nedeniyle başta Ezher uleması olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri tarafından eleştirilmiştir [12]. Yaşamının ileri bir zamanında 14 Ekim 1994’te yaptığı yürüyüş sırasında tutucu bir genç tarafından bıçaklı saldırıya uğramıştır [13]. Boyun bölgesinden ağır yaralanan Mahfûz bu tarihten sonra okuma ve yazma yetilerini büyük oranda kaybetmiştir [14]. “Temmuz 2006 tarihinde yine bir yürüyüş esnasında düşmesi sonucu başından yaralandı ve kaldırıldığı hastanede 30 Ağustos 2006 tarihinde vefat etti. Cenaze namazını Kahire’nin Reşdân Camii’nde Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantâvî kıldırdı, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübârek de cenaze töreninde hazır bulundu.” [15]

2) Yazar Bize Ne Anlatıyor?

Necîb Mahfûz’un öykü ve romanlarının büyük çoğunluğunun toplumcu gerçekçi eserlerden kabul edildiğini daha önce zikretmiştik. Bu nedenle olacaktır ki Mahfûz’un eserlerinde karakterler ve mekanlar oldukça ön plandadır. Örneğin; yazar Kahire Üçlemesi üzerine çalıştığı süre boyunca bulunduğu her ortamda romanları için malzeme toplamıştır. Öyle ki üçlemedeki karakterlerin yüzde doksanının gerçek olduğunu söyler [16]. Diğer yandan eserlerindeki mekanlar da yaşayıp gördüğü mekanların yansımalarıdır. Bu bağlamda Ahlâmu Fetreti’n-nekâhe oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Yalnızca, sizler için çevirdiğimiz bu üç rüyada değil, kitaptaki rüyaların büyük bölümünde mekan ve karakterlerin ön plana çıkmasına ağırlık verilmiştir.

"Uzun süredir uğramadığım İskenderiye’deki dairemde tadilat yapmaya karar verdim.

Yirmi dördüncü rüyada yazarın tadilat yapmaya karar verdiği daire İskenderiye’dedir. Yazar daireye uzun süre uğramamıştır. Necîb Mahfûz da çocukluğunda bir yaz tatilini İskenderiye’de geçirdiğinden ve orada geçirdiği günleri yad etmek için ileriki yaşlarında oraya tekrar gittiğinden bahseder [17]. Nitekim İskenderiye, Mahfûz’un diğer eserlerinde de olayların geçtiği mekan olarak sıkça karşımıza çıkar.

"Güvende hissedeyim diye birbirimizi tanıyıp bildiğimiz insanların çalıştığı sokağa bakan pencereyi açtım..."

Yazar, içinde bulunduğu sıkıntılı ruh halinden kurtulma isteğiyle tanıdık simalar görmek için pencereyi açar. Buradan hareketle bir kere daha anlıyoruz ki Necîb Mahfûz’un insanlarla ve mekanlarla kurduğu ilişki oldukça derindir.

“...ama gördüğüm Kahire’deki dairemin manzarası olan el-Garaj mahallesiydi. Afalladım, içim daha da sıkıldı.”

İskenderiye’deki dairesinin penceresini açan yazar, sokağa baktığında Kahire’deki dairesinin manzarasıyla karşılaşır. Zaten gence yönelik şüphelerinden kaynaklı endişe içindedir, bir de bu akıl dışı mekan değişikliği kendisini daha çok tedirgin eder. Mısırlı edebiyatçı Yahyâ er-Rahâvî, Kahire’deki dairenin eskiyi, İskenderiye’dekinin ise yeniyi, yani reformu temsil etmesi olarak yorumlar [18]. Ancak reform gerçekten hayata geçirilemez; çünkü yenilik, eskinin konforunu sarsacaktır. Bu yüzdendir ki güvende hissetme ihtiyacı ile açılan pencereden görünen “eski”, yazarın endişesini yatıştırmak yerine artırır. Rahâvî, Mahfûz’un rüyalarını Mısır’ın siyasi gelişmeleri ışığında yorumlamaya meyillidir.

"Bir kıraathanede toplandık."

Kıraathaneler Necîb Mahfûz’un kişisel yaşamında vazgeçilmez mekanlardan biridir. Döneminin yegane sosyalleşme mekanı olan kıraathaneler, edebiyatçıların bir araya gelme ve birbirlerine yeni teliflerini sundukları ortamlardır [19].

“Küçük evim başıma yıkılacağı için ağladım. Korkuya kapılıp evden apar topar çıktım. Daha güvende hissetmek için açık havada evden son sürat uzaklaştım.”

Yahyâ er-Rahâvî yirmi altıncı rüya için yazarın, karşılığında gayet basit bir ödül olan “Katil kim?” sorusuna verdiği cevabın ardından zafer sarhoşu olarak sokaklarda dolaşmasına dikkat çeker [20]. Yazar için ödülün bir önemi yoktur. Asıl motivasyonu rekabettir, kazanma hırsıdır. Ancak bu kendinden geçme hali uzun sürmez. İlk kırılmayı zafer sarhoşluğundan ötürü evinin yolunu bulamamakta yaşayan yazar, eve vardığında üstünü değiştirirken odasının bir köşesinden toprak parçalarının döküldüğünü görür. Bu sahnenin arkadaşının anlattığı hikayede de var olduğunu ve bunun neticesi olarak evin, içinde bulunan kişinin üzerine yıkılacağını hatırlar. İşte Rahâvî, bu noktada artık asıl sorunun “Katil kim?”den “Maktul kim?”e evrildiğini söyler. Hissettiği korkudan ötürü yazarın gözü kısa bir süre öncesine kadar aklını başından alacak kadar önemsediği başarıyı artık görmez olur. Az önce sokaklarda gururla gezinen adamın yerini, hayatta kalmak için çırpınan bir adam alır.

"O an kalan son on basamağın tek birinin bile var olmadığını fark ettim."

Yetmişinci rüya oldukça ilginçtir. Yazar eski mahallesindeki dostlarına giden merdivenleri çıkarken yarı yolda kalır; son on basamak yerinde yoktur. Bu yüzden dostlarının bulunduğu daireye ulaşamaz. Ancak bu imkansızlığa rağmen geriye dönmeyi de düşünmez. Mahfûz, geçmiş zamana duyulan özlemi kapalı kapı ve merdiven metaforları üzerinden ustaca işlemiştir.

Çeviri Notları

  • كَالجُنَيْهِ الذَّهَبِ: “Altın cüneyh” anlamına gelen bu ifade, Mısır’da kullanılan para birimi cüneyhin altın olmasına vurgu yapmaktadır. Böylece güvenirliliğinden şüphe duyulan işçi genç, altın cüneyhin sağlamlığı ve kuşku götürmez değerine atıf yapılarak yüceltilmiştir. Diğer yandan daha az değerli para türlerine kıyasla altın cüneyhe sahip olmak kişiyi daha güvenli ve rahat hissettirdiği için yazarın yakıştırma yollu bu tabiri kullanmayı tercih etmiş olabileceğini düşünüyoruz.
  • تَصَوَّرْتُ: Sözlüklerde “zihnininde canlandırmak, hayal etmek, tahayyül etmek” gibi anlamlara gelen “تصوّر” fiilini metnimizin bağlamı dikkate alındığında yazarın, içinde bulunduğu durumun vahametini hissedip yaşananlardan sonuçlar çıkarması olarak anlayabiliriz. Bu nedenle ifadeyi doğrudan sözlük anlamını vererek çevirmek yerine “... düşünüp evhamlandım” olarak çevirmeyi uygun gördük.
  • الحَيِّ العَتيقِ: “Mahalle kültürü” kavramıyla dirsek temasında olan bu tabir, samimi ve sıkı ilişkilere sahip olan sakinlerin oturduğu mahalleleri ifade etmek için kullanılmaktadır. Aynı zamanda kişinin bir süre oturduğu ancak daha sonra oradan taşındığı “eski mahalle” anlamını da taşır. Metnimiz için bu iki tanım da geçerlidir. Yazar eski evinin bulunduğu ve dostlarının hala yaşamakta olduğu mahalleye gitmektedir. 
  • نُذُرُ المَسَاءِ: İsim tamlamasından oluşan bu ifadeyi akşam vaktinin gelmekte olduğunu haber veren ve bulunulan mekana dolan karartılar olarak anlayabiliriz.

Yeni Kelimeleri Yoklayalım

Kaynaklar

Pasajlar İçin:

Mahfûz, N. (2015). Ahlâmu Fetreti’n-Nekâhe. Kahire: Dâru’ş-şurûk.

[1] Yıldız, M. (2008). Nobel Ödüllü Mısırlı Yazar Necîb Mahfûz’un Ardından. Folklor Edebiyat Dergisi, 53, 209-216.

[2], [8], [12] Necîb Mahfûz. (2015, Mart). Al Jazeera.

[3], [5], [7] Ürün, A. K. (1994). Çağdaş Mısır Romanında Necîb Mahfûz ve Toplumcu Gerçekçi Romanları. (Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

[4], [6], [9], [11], [13], [15] Yıldız, M. (2019). Necîb Mahfûz. TDV İslam Ansiklopedisi, Ek-2, 348-350.

[10], [16], [19] el-Gîtânî, K. (Der.). (1980). Necîb Mahfûz Yetezekker. Beyrut: Dâru’l-mesîre.

[14] el-Lubani, S. (2005, Ağustos). Mahfûz Vâhid ve Hamsûne Âmen fi’l-kafesi’z-Zehebî. Îlâf.

[17] en-Nakkâş, R. (2011). Safahât min Muzekkerâti Necîb Mahfûz. Kâhire: Dâru’l-şurûk.

Ebû Dâvûd, V. (2020, Şubat). Ta’rîfu’l-hayyi’l-atîk. Mevdû’.

[18] er-Rahâvî, Y. (2008, Ocak). Ahlâmu Fetreti’n-Nekâhe: el-hulm (23), el-hulm (24). Rakhaway.
[20] er-Rahâvî, Y. (2008, Ocak). Ahlâmu Fetreti’n-Nekâhe: el-hulm (25), el-hulm (26). Rakhaway.

Önceki
Önceki

İbn Zureyk el-Bağdadi'nin Ayniyye'sinin İlk Kısmı ve Türkçe Çevirisi [1/2]

Sonraki
Sonraki

İliyya Ebu Madi'nin Haydi Gül Adlı Şiiri ve Türkçe Çevirisi