Seyyid Kutub'un Ruhun Tesellileri Adlı Eserinden Pasajlar ve Türkçe Çevirileri
20. yüzyıl İslam düşünürleri arasında anılan ve özellikle Kur'an'ın Gölgesinde (فِي ظِلاَلِ الْقُرْآن) adlı tefsiriyle tanınan Seyyid Kutub (سَيِّد قُطُب), yaşadığı hayat ve inancı uğruna yaptığı fedakarlıklarla hepimize örnek olmuş bir şahsiyettir. Biz de bu örnek şahsiyetin kendi kız kardeşi Emine Kutub’a farklı zamanlarda yazdığı mektupların (أَفْرَاحُ الرُّوحِ) Ruhun Tesellileri başlığıyla yayınlanan eserinden alıntıladığımız pasajları sizler için çevirdik. Haydi gelin, Seyyid Kutub’un kız kardeşine yazdığı nasihatlerden biz de payımıza düşeni alalım….
Önce Yazı
أَفْرَاحُ الرُّوحِ
Ruhun Tesellileri
أُخْتِي الْحَبِيبَة، هَذِهِ الْخَوَاطِرُ مُهْدَاةٌ إِلَيْكِ
إِنَّ فِكْرَةَ الْمَوْتِ مَا تَزَالُ تُخَيَّلُ لَكِ، فَتَتَصَوَّرِينَهُ فِي كُلِّ مَكَانٍ، وَوَرَاءَ كُلِّ شَيْءٍ، وَتَحْسَبِينَهُ قُوَّةً طَاغِيَةً تُظِلُّ الْحَيَاةَ وَالْأَحْيَاءَ، وَتَرَيْنَ الْحَيَاةَ بِجَانِبِهِ ضَئِيلَةً وَاجِفَةً مَذْعُورَةً
إِنَّنِي أَنْظُرُ اللَّحْظَةَ فَلَا أَرَاهُ إِلاَّ قُوَّةً ضَئِيلَةً حَسِيرَةً بِجَانِبِ قُوَى الْحَيَاةِ الزَّاخِرَةِ الطَّافِرَةِ الْغَامِرَةِ، وَمَا يَكَادُ يَصْنَعُ شَيْئًا إِلَّا أَنْ يَلْتَقِطَ الْفُتَاتَ السَّاقِطَ مِنْ مَائِدَةِ الْحَيَاةِ لِيَقْتَاتَ! وَالْحَيَاةُ مَاضِيَةٌ فِي طَرِيقِهَا، حَيَّةٌ مُتَدَفِّقَةٌ فَوَّارَةٌ، لا تَكَادُ تُحِسُّ بِالْمَوْتِ أَوْ تَرَاه
الشَّمْسُ تَطْلُعُ، الشَّمْسُ تَغْرُبُ، وَالْأَرْضُ مِنْ حَوْلِهَا تَدُورُ، وَالْحَيَاةُ تَنْبَثِقُ مِنْ هُنَا وَهُنَاكَ. كُلُّ شَيْءٍ إِلَى نَمَاءٍ، نَمَاءٌ فِي الْعَدَدِ وَالنَّوْعِ، نَمَاءٌ فِي الْكَمِّ وَالْكَيْفِ. لَوْ كَانَ الْمَوْتُ يَصْنَعُ شَيْئاً لَوَقَفَ مَدَّ الْحَيَاةِ! وَلَكِنَّهُ قُوَّةٌ ضَئِيلَةٌ حَسِيرَةٌ، بِجَانِبِ قُوَى الْحَيَاةِ الزَّاخِرَةِ الطَّافِرَةِ الْغَامِرَةِ
Canım kardeşim, bu nasihatler bir armağandır benden sana...
Zihnini bulandıran o ölüm mefhumunu her şeyin ardında ve her mekanda yanılsamaktasın. Onu hayata ve mahlukata gölge düşüren ezici bir güç bellerken hayatı ise onun yanında öyle korkmuş, yüreği ağzında ve zavallı olarak görmektesin.
Oysa ben ölümü, dolu dizgin ve çağlayan bir hayatın gücü yanında ancak hakir ve güçsüz olarak müşahede ediyorum. Aslında o (ölüm), azık diye hayat sofrasından düşen kırıntıları toplamaktan başka neredeyse hiçbir şey yapmıyor… Hayat ki, ölümü hissedemeyecek kadar coşkun, canlı kanlı çağlayarak seyrediyor akışında…
Güneş doğuyor ve batıyor, dünya kendi etrafında dönüyor, her yerden hayat fışkırıyor adeta. Her oluş bir adım öteye gideduruyor niteliği ve niceliğince, çeşidince hatta adedince. Bir şey yapabilseydi şayet ölüm, hayatın gelgiti dururdu zaten. Ancak O, hayatın doludizgin çağlayan coşkusunun yanında sadece bir zavallı…
النَّصِيحَةُ الأولى / ص. 9-7
...
وَلَيْسَتِ الْحَيَاةُ بِعَدِّ السِّنِينِ، وَلَكِنَّهَا بِعِدَادِ الْمَشَاعِرِ. وَمَا يُسَمِّيهِ «الْوَاقِعِيُّون» فِي هَذِهِ الْحَالَةِ «وَهْمًا» هُوَ فِي الْوَاقِعِ «حَقِيقَة» أَصَحُّ مِنْ كُلِّ حَقَائِقِهِمْ! لِأَنَّ الْحَيَاةَ لَيْسَتْ شَيْئًا آخَرَ غَيْرَ شُعُورِ الْإِنْسَانِ بِالْحَيَاةِ. جَرِّدْ أَيَّ إِنْسَانٍ مِنَ الشُّعُورِ بِحَيَاتِهِ تُجَرِّدُهُ مِنَ الْحَيَاةِ ذَاتِهَا فِي مَعْنَاهَا الْحَقِيقِيِّ! وَمَتَى أَحَسَّ الْإِنْسَانُ شُعُورًا مُضَاعَفًا بِحَيَاتِهِ، فَقَدْ عَاشَ حَيَاةً مُضَاعَفَةً فِعْلاً
يَبْدُو لِي أَنَّ الْمَسْأَلَةَ مِنَ الْبَدَاهَةِ بِحَيْثُ لَا تَحْتَاجُ إِلَى جِدَالٍ
إِنَّنَا نَعِيشُ لِأَنْفُسِنَا حَيَاةً مُضَاعَفَةً، حِينَمَا نَعِيشُ لِلْآخَرِينَ، وَبِقَدْرِ مَا نُضَاعِفُ إِحْسَاسَنَا بِالْآخَرِينَ، نُضَاعِفُ إِحْسَاسَنَا بِحَيَاتِنَا، وَنُضَاعِفُ هَذِهِ الْحَيَاةَ ذَاتَهَا فِي النِّهَايَةِ
Hayat, geçirdiğin seneler kadar değil, yaşadığın duygular adedincedir ancak. Hani realistlerin bir yanılsama addettikleri o duygular... Oysaki bu gerçeklik, yani duygular, diğer tüm gerçeklerden daha gerçektir. Çünkü hayat, insanın yaşamaya dair hissetiklerinden başka bir şey değildir. Bir insanın yaşama dair hissettiği duygulardan soyutlanması, aslında hayatın bizzat gerçek manasından soyutlanması demektir. Ve insan ne zaman duygularını misliyle hissetse, işte ancak o zaman tam anlamıyla dolu dolu bir hayat yaşamış olur.
Aslında mesele o kadar açık ki, pek fazla söze de gerek yok.
Diğerkâmca yaşadığımız vakit kendi hayatımızı da misliyle yaşamış oluruz. Başkaları için hissettiklerimizi ziyadeleştirdiğimiz kadar kendi hayatımıza dair hissettiklerimizi de ziyadeleştiririz aslında. En sonunda ise hayatın kendisini ziyadeleştiririz.
النَّصِيحَةُ الثَّانِيَة / ص. 10-11
عِنْدَمَا نَلْمَسُ الْجَانِبَ الطَّيِّبَ فِي نُفُوسِ النَّاسِ، نَجِدُ أَنَّ هُنَاكَ خَيْرًا كَثِيرًا قَدْ لَا تَرَاهُ الْعُيُونُ أَوَّلَ وَهْلَةٍ. لَقَدْ جَرَّبْتُ ذَلِكَ. جَرَّبْتُهُ مَعَ الْكَثِيرِينَ. حَتَّى الَّذِينَ يَبْدُو فِي أَوَّلِ الْأَمْرِ أَنَّهُمْ شِرِّيرُونَ أَوْ فُقَرَاءُ الشُّعُورِ… شَيْءٌ مِنَ الْعَطْفِ عَلَى أَخْطَائِهِمْ وَحَمَاقَتِهِمْ، شَيْءٌ مِنَ الْوُدِّ الْحَقِيقِيِّ لَهُمْ، شَيْءٌ مِنَ الْعِنَايَةِ –غَيْرِ الْمُتَصَنَّعَةِ– بِاهْتِمَامَاتِهِمْ وَهُمُومِهِمْ… ثُمَّ يَنْكَشِفُ لَكَ النَّبْعُ الخَيِّرُ فِي نُفُوسِهِمْ، حِينَ يَمْنَحُونَكَ حُبَّهُمْ وَمَوَدَّتَهُمْ وَثِقَتَهُمْ، فِي مُقَابِلِ الْقَلِيلِ الَّذِي أَعْطَيْتَهُمْ إِيَّاهُ مِنْ نَفْسِكَ، مَتَى أَعْطَيْتَهُمْ إيَّاهُ فِي صِدْقٍ وَصَفَاءٍ وَإِِخْلاَصٍ
إِنَّ الشَّرَّ لَيْسَ عَمِيقًا فِي النَّفْسِ الْإِنْسَانِيَّةِ إِلَى الْحَدِّ الذِّي نَتَصَوَّرُهُ أَحْيَانًا. إِنَّهُ فِي تِلْكَ الْقِشْرَةِ الصُّلْبَةِ الَّتِي يُوَاجِهُونَ بِهَا كِفَاحَ الْحَيَاةِ لِلْبَقَاءِ. فَإِذَا أَمِنُوا تَكَشَّفَتْ تِلْكَ الْقِشْرَةُ الصُّلْبَةُ عَنْ ثَمَرَةٍ حُلْوَةٍ شَهِيَّةٍ. هَذِهِ الثَّمَرَةُ الْحُلْوَةُ، إِنَّمَا تَتَكَشَّفُ لِمَنْ يَسْتَطِيعُ أَنْ يُشْعِرَ النَّاسَ بِالْأَمْنِ مِنْ جَانِبِهِ، بِالثِّقَةِ فِي مَوَدَّتِهِ، بِالْعَطْفِ الْحَقِيقِيِّ عَلَى كِفَاحِهِمْ وَآلَامِهِمْ، وَعَلَى أَخْطَائِهِمْ، وَعَلَى حَمَاقَتِهِمْ كَذَلِكَ. وَشَيْءٌ مِنْ سَعَةِ الصَّدْرِ فِي أَوَّلِ الْأَمْرِ كَفِيلٌ بِتَحْقِيقِ ذَلِكَ كُلِّهِ، أَقْرَبُ مِمَّا يَتَوَقَّعُ الْكَثِيرُون. لَقَدْ جَرَّبْتُ ذَلِكَ، جَرَّبْتُهُ بِنَفْسِي. فَلَسْتُ أُطْلِقُهَا مُجَرَّدَ كَلِمَاتٍ مُجَنَّحَةٍ وَلِيدَةِ أَحْلاَمٍ وَأَوْهَامٍ
İnsanların içlerindeki güzel yanlara temas ettiğimiz vakit, orada ilk bakışta fark edilemeyecek birçok iyilik buluruz. Bunu bizzat deneyimledim ben, birçok kez hem de. Hatta ilk bakışta birer duygu yoksunu yahut şeytan misali görülenlerde bile. Onlar dahi, hatalarına ve aptallıklarına karşı bir parça şefkat, kendilerine gösterilen bir parça içten sevgi, gayretleri ve endişeleri için samimi birer parça ilgiye muhatap olduklarında bir de bakarsın ki sana açılan bir muhabbet kaynağı sudur etmiş onlarda. Ki onlar kendi ruhundan samimi, güvenilir ve ihlaslı bir hissiyatla, azıcık da olsa verdiğinin bir karşılığı olarak sana, sevgilerini, muhabbetlerini ve güvenlerini bahşederler.
Kötülük, insanların ruhunda kimi zaman tasavvur ettiğimiz kadar derin değildir. O, yalnız insanların kendisiyle hayata karşı mücadele ettikleri sert bir kabuğun içindedir. Güvende hissederlerse eğer bu sert kabuk öyle tatlı öyle enfes bir meyveye gebedir ki, doğuverir kabuğundan. İşte bu meyve, insanların kendisi yanında güvende ve mesrur hissettikleri ve yine onun yanında acılarına, çekişmelerine karşı hatta hatalarına ve aptallıklarına bile içten bir şefkat bulacaklarından emin oldukları kişiler için yeşerir. Bir parça gönül genişliği, ilk bakışta tüm bunları gerçekleştirmeye kefildir, birçoklarının umduğundan daha kolay kılar meseleyi. Bunu bizzat deneyimledim ben, bizzat kendim... Kulak ver, çünkü bu söylediklerim, hayaller ve evhamlardan doğmuş içi boş sözlerden çok uzaktır.
النَّصِيحَةُ الرَّابِعَةُ / ص. 14-12
حِينَ نَعْتَزِلُ النَّاسَ لِأَنَّنَا نُحِسُّ أَنَّنَا أَطْهَرُ مِنْهُمْ رُوحًا، أَوْ أَطْيَبُ مِنْهُمْ قَلْبًا، أَوْ أَرْحَبُ مِنْهُمْ نَفْسًا، أَوْ أَذْكَى مِنْهُمْ عَقْلاً، لاَ نَكُونُ قَدْ صَنَعْنَا شَيْئًا كَبِيرًا. لَقَدِ اخْتَرْنَا لِأَنْفُسِنَا أَيْسَرَ السُّبُلِ وَأَقَلَّهَا مَؤُونَةً
إِنَّ الْعَظَمَةَ الْحَقِيقِيَّةَ: أَنْ نُخَالِطَ هَؤُلاَءِ النَّاسَ مُشَبَّعِينَ بِرُوحِ السَّمَاحَةِ وَالْعَطْفِ عَلَى ضَعْفِهِمْ وَنَقْصِهِمْ وَخَطَئِهِمْ وَرُوحِ الرَّغْبَةِ الْحَقِيقِيَّةِ فِي تَطْهِيرِهِمْ وَتَثْقِيفِهِمْ وَرَفْعِهِمْ إِلَى مُسْتَوَانَا بِقَدْرِ مَا نَسْتَطِيعُ
İnsanlardan kendimizi soyutlarız, çünkü ruhumuzun diğerlerinden daha temiz, nefsimizin daha hoşgörülü, kalbimizin daha berrak ya da aklımızın daha keskin olduğunu düşünürüz. Oysaki, kendimiz için en kolay ve zahmetsiz yolu seçerek çok da erdemli bir davranışta bulunmayız.
Asıl erdem, onların eksikliklerine, zayıflıklarına ve hatalarına karşı şefkat dolu ve hoşgörülü bir ruh ile bu insanlar arasına karışmaktır. Ve yine, gücümüz yettiğince, bu insanları (kötülüklerden) arındırma ve aydınlatmaya yönelik güçlü bir arzuya sahip ruh ile onları kendi seviyemize yükseltmeye gayret etmemizdir…
النَّصِيحَةُ السَّادِسَةُ / ص. 16
اَلْفَرْقُ بَعِيدٌ، جِدَّا بَعِيدٌ: بَيْنَ أَنْ نَفْهَمَ الْحَقَائِقَ، وَأَنْ نُدْرِكَ الْحَقَائِقَ. إِنَّ الْأُولَى: اَلْعِلْمُ، وَالثَّانِيَةُ هِيَ: اَلْمَعْرِفَةُ
فِي الْأُولَى: نَحْنُ نَتَعَامَلُ مَعَ أَلْفَاظٍ وَمَعَانٍ مُجَرَّدَةٍ، أَوْ مَعَ تَجَارِبَ وَنَتَائِجَ جُزْئِيَّةٍ
وَفِي الثَّانِيَةِ: نَحْنُ نَتَعَامَلُ مَعَ اسْتِجَابَاتٍ حَيَّةٍ، وَمُدْرَكَاتٍ كُلِّيَّةٍ
فِي الْأُولَى: تَرِدُ إِلَيْنَا الْمَعْلُومَاتُ مِنْ خَارِجِ ذَوَاتِنَا، ثُمَّ تَبْقَى فِي عُقُولِنَا مُتَحَيِّزَةً مُتَمَيِّزَةً
وَفِي الثَّانِيَةِ: تَنْبَثِقُ الْحَقَائِقُ مِنْ أَعْمَاقِنَا. يَجْرِي فِيهَا الدَّمُ الَّذِي يَجْرِي فِي عُرُوقِنَا وَأَوْشَاجِنَا، وَيَتَّسِقُ إِشْعَاعُهَا مَعَ نَبْضِنَا الذَّاتِيِّ. فِي الْأُولَى: تُوجَدُ «الخَانَاتُ» وَالْعَنَاوِينُ: خَانَةُ الْعِلْمِ، وَتَحْتَهَا عُنْوَانَاتُهُ، وَهِيَ شَتَّى. خَانَةُ الدِّينِ وَتَحْتَهَا عُنْوَانَاتُ فُصُولِهِ وَأَبْوَابِهِ، وَخَانَةُ الْفَنِّ وَتَحْتَهَا عُنْوَانَاتُ مِنْهَاجِهِ وَاتِّجَاهَاتِهِ
.وَفِي الثَّانِيَةِ: تُوجَدُ الطَّاقَةُ الْوَاحِدَةُ، اَلْمُتَّصِلَةُ بِالْطَّاقَةِ الْكَوْنِيَّةِ الْكُبْرَى. يُوجَدُ الْجَدْوَلُ السَّارِبُ، اَلْوَاصِلُ إِلَى النَّبْعِ الْأَصِيلِ
Hakikati anlamak ile onu idrak etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Hakikat, ilimdir. İdrâk ise, marifettir. İlkinde, kelimeler ve soyut kavramlarla yahut yarım kalmış deneyimler ve sonuçlar ile hakikati anlamaya çalışırız. Hakikati idrak etmek söz konusu olduğunda ise külli idrak ve canlı tepkiler ile muhatap oluruz.
İlkinde, hakikati anlamak uğruna elde edilen bilgi, bize dışarıdan gelir. Akabindeyse, bu bilgiler, zihnimizdeki diğer bilgilerden temayüz eden önyargılar olarak yer eder. İkincisinde ise hakikat, bizim derinliklerimizden fışkırır. Ve damarlarımızda akan kan, oradan akar. Kalp atışlarımızı takip ederek bir ahenk içinde dolaşıverir vücudumuzda.
Hakikati, idrakten yoksun şekilde anlamaya çalıştığımızda, her şey başlıklarla, sınıflandırılmış halde ayrışmış şekilde karşımıza çıkar. İlim mefhumu, ve altında onun başlıkları, ki bu da çeşit çeşittir. Din mefhumu ve altında onun bablarına dair başlıklar... Sanat mefhumu, yine onun altında yöntem ve yaklaşımlarına dair başlıklarla karşılaşırız. Ancak hakikati idrak etmek meselesinde ise, o en büyük kozmik güce bağlı olan tek bir güç ve akan bir dere vardır ki hakiki kaynağa doğru seyreder.
النَّصِيحَةُ التَّاسِعَةُ / ص. 21-20
Pasaj Notları
1) Seyyid Kutub Kimdir?
1906 yılının Ekim ayında Mısır’ın Asyût vilâyetinde dünyaya gelen Seyyid Kutub, ilk öğrenimini köyü Mûşâ’da tamamladı. 1921’de Kahire’de eğitimini sürdürdükten sonra 1926 yılında Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Mezuniyetinden sonraki yıllarda Abbas Mahmûd el-Akkād’ı tanıdığı ve görüşlerinden etkilendiği Külliyyetü Dâri’l-ulûm’a girdi. Aktif öğrencilik hayatında edebiyatla da ilgilenen mütefekkir 1933 yılında üniversitesi Dâri’l-ulûm’dan mezun oldu ve altı yıla yakın bir süre ilkokul öğretmeni olarak görev aldı. Akkād’la olan münasebeti öğretmenliği döneminde edebiyat alanında ön plana çıkmasını sağlayan önemli unsurlardan biriydi. 1939 ve sonrasında ise İslami düşünceye yönelen Kutub, telif ettiği eserlerde Kur’an’ın emri olduğunu söylediği Müslüman toplumun ıslahı gibi konuları ele aldı. Bu doğrultuda Mısır’ın toplumsal yapısına muhtelif eleştiriler getiren Kutub, geleneksel İslam yerine “sahih” dediği bir çizgiyi savundu. 1942 yılında öğrencilik döneminde üye olduğu Vefd Partisi’nden ayrılarak Sa‘diyyîn Partisi’nin üyesi oldu. Fakat bu üyeliği çok uzun sürmedi ve 1945’te bütün siyasi partilerle münasebetine son verdi. 1954’te Cemal Abdül Nasır'a bir suikast teşebbüsünde bulunulması sonucunda diğer Müslüman Kardeşler gibi Kutub da hapis cezası aldı ve on beş yıllık ceza ile tutuklandı. 1964’te serbest bırakılan ve 1965’te tekrar tutuklanan Seyyid Kutub, 22 Ağustos 1966’da idam cezasına çarptırıldı ve 29 Ağustos’ta idam edildi. [1]
Çeviri Notları
- “خَيْرًا كَثِيرًا قَدْ لاَ تَرَاهُ الْعُيُونُ أَوَّلَ وَهْلَةٍ” “gözün ilk bakışta fark edemeyeceği iyilikler” olarak çevrilmektedir. Ancak Türkçede bu cümleyi metin içerisinde “ilk bakışta fark edilmeyecek iyilikler” olarak edilgen yapıda çevirmeyi daha uygun gördük.
- “ ثُمَّ تَبْقَى فِي عُقُولِنَا مُتَحَيِّزَةً مُتَمَيِّزَةً” cümlesinin öznesi, (الْمَعْلُومَات) bilgilerdir. مُتَحَيِّزَةً مُتَمَيِّزَةً sıfatları bu bilgilerin zihindeki diğer bilgilerden farklı bir noktada yer aldığını belirtmek için kullanılmıştır. Ancak her ne kadar Arapça metinde “zihindeki diğer bilgiler’’ ibaresi geçmese de Türkçe çeviride gerekli olduğunu düşündük.
- نَعِيشُ لِلآخَرِين cümlesini başkaları için yaşamak şeklinde çevirmek mümkündür. Ancak, cümlede başkaları için yaşamak çevirisinin olumsuz manada anlaşılabileceği ihtimalini ortadan kaldırmak için -diğerkamca yaşamak- ifadesini tercih ettik.
- “الْفَرْقُ بَعِيدٌ، جِدًّا بَعِيد” cümlesini Türkçede bir deyimle karşılık vermenin daha uygun olacağını düşündüğümüz için “dağlar kadar fark var” şeklinde çevirmeyi uygun gördük.
- Arapça metinde, “kulak ver!” ibaresi yer almadığı halde, yazarın duygusunu daha iyi aktarmak için Türkçede gerekli olduğunu düşündük.
- “الْحَيَاةُ مَاضِيَةٌ فِي طَرِيقِهَا، حَيَّةٌ مُتَدَفِّقَةٌ فَوَّارَةٌ، لا تَكَادُ تُحِسُّ بِالْمَوْتِ أَوْ تَرَاه” cümlesinin tam çevirisi budur; “hayat, neredeyse ölümü hissetmeyecek yahut onu görmeyecek kadar canlı doludizgin ve çağlarcasına seyrediyor yolunda.”
- “تُخَيَّلُ لَك” ifadesi, sana görünen ölüm fikri şeklinde çevrilebilir ancak yazarın burada kız kardeşinin zihninde vaki olan ölüm mefhumunu kastettiği yorumundan yola çıkarak, “zihnini bulandıran ölüm mefhumu” şeklinde bir çevirinin daha isabetli olacağını düşündük.
- Paylaşılan pasajlar, yazıldığı dönemde bir mektup niyetiyle yazıldığı için Seyyid Kutub tarafından başlıklandırılmamıştır. Daha sonra bu mektupları kitaplaştıran kişilerce verilen bir başlıktır. Biz de “Ruhun Mutlulukları” çevirisi yerine “Ruhun Tesellileri” başlığını tercih ettik.
- 9. Nasihat / s.20-21 (النَّصِيحَةُ التَّاسِعَةُ / ص. 21-20)’den alıntıladığımız pasajda yazarın anlatmak istediği meseleyi, okuyucuya daha anlaşılır şekilde aktarma gayesiyle Arapça metinde yer almayan bazı eklemeler yaptık. Ve manayı bozmadan Türkçenin yapısına daha uygun şekilde ifade etme yoluna gittik.
Yeni Kelimeleri Yoklayalım
Kaynaklar
Pasajlar İçin:
Kutub, S. (2012). Efrahu’r-rûh. Beyrut: Dâru İbn Hazm.
[1] Görgün, H. (2009). Seyyid Kutub - TDV İslâm Ansiklopedisi, 37, 64-68.
Kapak Görseli: