Bir Eleştirmen Gözüyle Toplum: Zeki Mübarek'in Üç Eleştirel Metni ve Türkçe Çevirileri
Çeviri ve Yazı: Emine Sarı
Editörler: Esra İldeş Yılmaz, Yasir Maviş
Son Okuma: Budour Albitar
Mısırlı düşünür, edebiyatçı, şair ve eleştirmen Zekî Mübârek (زكي مبارك) Mısır’ın İngiliz sömürgesi altında olduğu yıllarda yaşamış, işgal esnasında halkı işgalcilere karşı galeyana getiren konuşmalar yaptığı gerekçesiyle tutuklanmış ve aylarca hapiste kalmıştır. [1] Daha çok eleştirmen kimliğiyle öne çıkmış olan [2] Zekî Mübârek’in hapisteyken kaleme aldığı ve “el-Efkâr” gazetesinde el-Fete’l-Ezherî (Ezherli Genç) imzasıyla yayımlanan edebi tenkit türündeki yazıları “el-Bedâʾiʿ” adlı kitabında toplanmıştır.
Yazarın yer yer mizahi bir üslupla, topluma ve edebiyatçılara yönelttiği eleştirileri içeren kitabından üç kısa metni sizler için çevirdik.
بِاسْمِ الْآبَاءِ يُرْزَقُون
كُنَّا نَسْأَلُ الرَّجُلَ مَا اسْمُكَ؟ فَيَقولُ: اِبْنُ فُلَانٍ أَوْ خَالِي فُلَانٌ! وَكنَّا كثيرًا مَا نَسْكُتُ عَنْ هَؤُلَاءِ ؛ لِأَنَّا نَظُنُّهم أَغْنِيَاءَ؛ إِذْ كَانُوا مِنْ أَبْنَاءِ الْأَغْنِيَاءِ أَو أبناءِ أَخَوَاتِ الْأَغْنِيَاءِ! وَمَتَى كَانَ الْمَالُ نَسَبًا عِنْدَ بَعْضِ النَّاسِ فَقَدْ يَكْفِي أَنْ يَنْتَسِبَ أَحَدُهُمْ لِغَنِيٍّ؛ لِأَنَّ الْمَالَ مَوْرُوث! وَلكِنّ الَّذِي لَا نَفْهَمُهُ —فِي هذا الْجِيلِ— أَنْ يُسْأَلَ الرجلُ عَنِ اسْمِهِ فَيَقولَ: اِبْنُ فُلَانِ العالمِ الْجَليلِ أَوِ الْكاتِبِ الْبَلِيغِ أَوِ الشّاعرِ الْمَجِيدِ. وَكّلُ امْرِئٍ يَعْرِفُ أَنَّ الْآباءَ يَتْرُكُون لِأَبْنَائِهم مَالَهم إِنْ أَخْطأهُ التَّبْدِيدُ! فَأَمَّا الْعِلْمُ وَالْأَدَبُ وَالْفَلْسَفَةُ فَمِمَّا لَا يُنال بالْميراثِ، ولا يُمْكِنُ أَنْ يُحْتَرَمَ جَاهِلٌ أَوْ غَنِيٌّ؛ لأنّ أبَاهُ عَالَمٌ أَوْ فَصيحٌ. فهَلْ لِأبناءِ الْعُلَمَاءِ والكُتّابِ وَالشُّعَرَاءِ أَنْ يُرِيحُونَا قَلِيلاً مِنْ خُيَلَائهم ثُمَّ يُقْبِلوا عَلَى الْعِلْمِ وَالْأَدَبِ إِنْ شَاءُوا أَنْ نُوَلِيَهم بَعْضَ مَا أَوْليْنَا آبَاءَهُمْ مِنْ التَّبْجِيلِ؟
Babalarının İsmiyle Geçinenler
Bir kimseye adın ne diye sorardık; ben filancanın oğluyum, dayım falancadır derdi. Bu cevabı verenlere karşı çoğunlukla susardık. Çünkü zengin kimselerin çocukları yahut yeğenleri olmaları hasebiyle onların da zengin olduğunu düşünürdük. Kimilerince servet neseb kabul ediliyorsa kişinin zengin olması için zengin bir kimsenin soyundan gelmesi yeterli olur, çünkü para varise miras kalır. Ama -bu nesilde- anlayamadığımız şey bir kimseye adı sorulduğunda ben şu muhterem alimin, şu usta kâtibin yahut şu ünlü şairin oğluyum demesidir. Herkes bilir ki babalar eğer saçıp savurmadılarsa paralarını çocuklarına miras bırakır. İlim, edebiyat ve felsefe ise miras yoluyla elde edilemez, cahil ya da zengin bir kimseye de babası alim yahut edebiyatçı diye saygı gösterilmez. Şu alim, yazar ve şairlerin oğulları kendini beğenmişliklerinden bizi biraz azat etseler de, sonra eğer babalarına gösterdiğimiz ihtiramı onlara da göstermemizi arzu ediyorlarsa ilim ve edebiyata yönelseler olmaz mı?
!مَرَضُ النَّوْمِ
ذَكَرَتْ جَرِيدَةُ الْجُورْنَالِ الْفَرَنسوِيّةُ أَنَّ فَتَاةً أُصِيبَتْ بِهَذَا الْمَرَضِ فِي إِحْدَى الْقُرَى الْإِنْجِلِيزِيَّةِ، وَأَنَّهَا لَبِثَتْ نَائِمَةً سِتَّةَ أَسَابِيعَ ثُمَّ اِسْتَيْقَظَتْ فَجْأَةً وَظَلَّتْ فِي يَقَظَتِهَا ١٣ سَاعَةً، ثُمَّ اسْتَأْنَفَتْ النَّوْمَ، وَأَنَّهَا لَا تَزَالُ مُنْذُ سَنَةٍ عَلَى هَذِهِ الْحَالِ! والَّذِي نُلَاحِظُهُ أَنَّ الْمُسَمَّى وَاحِدٌ، وَالْأَسْمَاءُ كَثِيرَةٌ، وَكَانَ خَيْرًا لَوْ وُصِفَ بِمَرَضِ النَّوْمِ كُلُّ مَن يَقْضِي «سِتَّةَ أَسَابِيعَ» لَا يَقُولُ فيها كلمةً طيّبةً، وَلَا يُؤَيِّدُ فِكْرَةً صَالِحَةً، وَلَا يُحَارِبُ بِدْعَةً سَيِّئَةً، فَلَيْسَ لِلْيَقَظَةِ قِيمَةٌ إِلَّا بِقَدْرِ مَا فِيهَا مِنْ صَالِحِ الْأَعْمَالِ. وَلَيْسَ الَّذِينَ يَفْتَحُونَ أَعْيُنَهم وَآذَانَهُمْ لِيَرَوْا مَا لَا تَحِلُّ لَهم رُؤْيَتُهُ وَيَسْمَعُوا مَا لَا يَجُوزُ لَهُمْ سَمَاعُهُ، بِأهل يَقَظَةٍ، وَلكنَّهم غَارِقُونَ فِي بِحارِ الْغَفْلَةِ، وَهَائِمُونَ فِي بَيْدَاءِ الضَّلَالَةِ، تَحْسَبُهُمْ أيقَاظًا وهم رُقُودٌ. و منْ يُدْرِينَا لَعَلَّ تلك الفَتَاةَ تَنْتفِعُ بِسَاعَاتِهَا الْمَعْدُودَةِ أَكْثَرَ مِمَّا يَنْتَفِعُ بَعْضُ النَّاسِ بِعُمْرِهِ الطَّوِيلِ، وإِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَة مِمَّا تَعُدُّونَ
Uyku Hastalığı
Jurnal isimli Fransız gazetesi İngiliz köylerinden birinde bir genç kızın bu hastalığa yakalandığından bahseder. Kız altı hafta süren aralıksız uykusunun ardından aniden uyanmış, on üç saat uyanık kaldıktan sonra tekrar uykuya dalmış. Bir yıldır da aynı halde uyumaya devam etmekteymiş. Anlıyoruz ki farklı isimler altında tek bir müsemma vardır. Altı haftayı tek bir hoş söz etmeden, işe yarar bir fikre destek olmadan, yanlış bir gelenekle savaşmadan geçiren herkesi uyku hastalığına yakalanmış olarak nitelendirmek doğru olurdu. Çünkü uyanık olmanın değeri, uyanıkken yapılan yararlı işlerin kıymetiyle ölçülür. Gözlerini ve kulaklarını, görüp duymalarının uygun olmadığı şeyler için açanlar uyanık sayılmaz. Aksine onlar gaflet denizine batmış, dalalet vadilerinde gezer haldedirler. “Onları uyanık sanırsınız fakat onlar uyumaktadırlar.” Nereden bilebiliriz ki belki bu kız (uyanık geçirdiği) sayılı saatlerden, bazı insanların uzun ömürlerinden gördüğü faydadan daha çok fayda görmektedir. “Şüphesiz ki Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.
!فِيهِ قَوْلَانِ
أَلَحَّ بعضُ الأَدْعِيَاءِ على أَبِيهِ أَنْ يَدَّعِيَ العلمَ! وزوَّده بِهذه النصيحةِ، إِذا سُاِلْتَ عن شيءٍ لم تعرفْ وَجْهَ القوْلِ فيه فَلِيَكُنْ جوابُكَ: «فيه قوْلانِ»، فسَمِعَ الْوَالِدُ نَصيحَةَ ولدِه البَارِّ، وكان النَّاسُ قديمًا قَلَّما يَعْنُونَ بغَيرِ المَسَائِلِ الفِقهِيّةِ وَالنحوِيّةِ، فَسَأَلَهُ سَائِلٌ عن طَهارَةِ الكلبِ! فأَجَابَ: فِيهِ قَوْلَانِ. فقالُوا: صدقَ؛ لأنّهَا مَوْضِعُ خِلَافٍ بين الشافعيةِ والمالكيةِ، وَسأَلَهُ آخرٌ: أيُرفعُ الخبَرُ أَوْ يُنْصَب بعد «مَا»، فَأَجَابَ: فِيهِ قَوْلَانِ، فقالوا: صَدَقَ؛ لأنَّ فيها خِلَافا بينَ الحجَازِيِّين والتميميين. وكانَ في المجلِسِ رَجُلٌ مَاكِرٌ ظَرِيفٌ لَحَظَ أَنّ هذا الرّجُلَ جَاهِلٌ، وأنَّهُ يُنَفِّذُ خُطَّةً رُسِمَتْ لَهُ، فَسَأَلَهُ: أفي اللَّه شَك؟ فأَجابَ المسكِينَ: فيه قولانِ. فجَاءَ اِبْنُهُ —رَضِيَ اَللَّهُ عنه— وقال: صدقَ في جوابهِ فإِنَّ فيها قولَينِ في الإِعْرَابِ، ولكن هَيْهَاتَ أَنْ تُغْنِيَ الْمُغَالَطَةُ بعدَ أَنْ ضَحِكَ النَّاسُ مِنْ عِمَامَةِ أَبِيهِ. وهكذا تجرِي الْحَالُ في مصرَ، فكُلُّ مشكِلةٍ لها وجهَانِ، وَكُلَّ أمرٍ فيه قولانِ، ولا يعلَمُ إلَّا اللهُ مَتَى يَعْرِفُ الْمصريون كيف تُحَدَّدُ نِقَاطُ الخِلَافِ
İki Görüş
Çokbilmişin biri babasına ilim sahibiymiş gibi davranması hususunda ısrar etmiş ve ona şu öğüdü vermiş: “Eğer, sana cevabını bilmediğin bir mesele hakkında soru sorulursa ‘bu konuda iki görüş vardır’ diye cevapla.” Baba, iyiliksever oğlunun nasihatini tutmuş. Eskiden insanlar fıkıh ve nahiv dışındaki konularla nadiren ilgilendiğinden, biri çıkıp ona köpeğin temiz sayılıp sayılmadığını sormuş. Bu konuda iki görüş vardır diye cevap verince “Doğru söylüyor, çünkü bu konuda Şafiiler ve Malikiler arasında ihtilaf vardır.” demişler. Bir başkası (ما) lafzından sonra gelen kelimenin merfu mu yoksa mansub mu olduğunu sormuş. Bu konuda iki görüş vardır deyince “Doğru söylüyor, çünkü bu konuda Hicazlılar ve Temimliler arasında görüş ayrılığı vardır.” demişler.
Sohbet meclisinde kurnaz ve şakacı bir kimse bulunmaktaymış. Adamın cahil olduğunu ve kendisine çizilen bir plana göre hareket ettiğini fark edince sormuş: "أفي الله شك؟" (Allah hakkında şüphe var mıdır?) Zavallı adamcağız cevaplamış: “Bu hususta iki görüş vardır.” Oğlu -Allah kendisinden razı olsun- yetişip “Doğru söylüyor” demiş. “Bu cümlenin irabı hakkında iki görüş vardır.” Fakat insanlar babasının cahilliğine güldükten sonra laf oyunlarının faydası ne! İşte Mısır’da da durum böyledir. Her problemin iki yönü, her konuda iki görüş var. Mısırlılar anlaşmazlık noktalarını nasıl tespit edeceklerini ne zaman öğrenecekler Allah bilir!
Zekî Mübârek Kimdir?
1892 yılında Kahire yakınlarında Menûfiye’ye bağlı Sintiris köyünde doğdu. İlköğrenimini mahalle mekteplerinde, ortaöğrenimini de Ezher’de gördü. 1921 yılında Mısır Üniversitesi’nden edebiyat ve felsefe alanında lisans diplomasını aldı. 1924 yılında “Gazâlî’de Ahlak” adlı ilk doktora çalışmasını tamamladı. Bir süre üniversitede asistan olarak çalıştı. 1933 yılında “Hicri Dördüncü Asırda Nesir” başlıklı ikinci doktorasını yaparak Paris Sorbon Üniversitesi’nden mezun oldu. Üçüncü doktora çalışmasını tasavvuf alanında, 1937 yılında tamamladı. Üç ayrı doktora çalışmasına sahip olduğu için kendisine “ed-Dekatire Zeki Mübarek” denilmiştir. Eğitim hayatının ardından bir süre müfettiş olarak çalıştı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı. Daha çok edebi tenkit türünde kaleme aldığı eserler ile tanınan yazarın edebi tenkide orijinal bir bakış açısı kazandırdığı söylenmektedir. [3] Klasik ve modern dönem şairlerinin eleştirildiği “el-Muvazene beyne’ş şuara”, Ahmet Şevki ve çağdaşı Mahmut Sami el-Bârudi’nin şiirlerinin kıyaslanarak eleştirildiği “Ahmed Şevkî” adlı eserleri edebi tenkit türünde kaleme aldığı eserlere örnek verilebilir. Aynı zamanda bir şair olan Mübârek'in müstakil bir divanı da bulunmaktadır. Modern Arap edebiyatının Mısır’daki önemli isimlerinden olan yazar 23 Şubat 1952’de vefat etmiştir.
Çeviri Notları
أدْعِيَاء: Kendisinde bulunmayan bir şeye sahip olduğunu iddia eden kimse anlamındaki دَعِيّ kelimesinin çoğulu olan أدْعِيَاء aynı zamanda öz babası dışında başka birine nisbet edilen kimse, evlatık anlamına da gelmektedir. Metin bütünlüğüne daha uygun olduğunu düşündüğümüz için kelimeyi; bilgi sahibi olmadığı halde bilgili olduğunu iddia eden, çok bilmiş kimse anlamına gelecek şekilde çevirdik.
بِدْعَة: Sonradan türeyen şey, yeni âdet anlamına gelen bidat kelimesi genellikle benimsenmeyen, iyi görülmeyen âdet ve davranışlar için kullanılır. Bu kelimeyi kötü bir adet gelenek şeklinde çevirmeyi uygun gördük.
Yeni Kelimeleri Yoklayalım
Kaynaklar
[1] Yılmaz, F. (2013). Zekî Mübârek TDV İslam Ansiklopedisi 44, 216-218.
[2], [3] Yılmaz, F. (2005). Arap Edebiyatından Bir Edebiyat Eleştirmeni: Zeki Mübarek Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 5(2) 95-121